19 Kasım 2024 Salı

Uykusuz Uykucu

Gün geçer akşam olur 

Karanlık parça parça düşer önüne ardına 

Soğuk ve nemli bir siyahlığın altında 

Sabahı beklerken 

Rahatsız, katır kutur bir uyku 

Oturur göz kapaklarına.

Rüyanda kendini 

Başka bir yerde 

Başka bir zamanda 

Ağrısız, tasasız, ılık ve yumuşak 

Bambaşka bir uykunun 

Şifalı koynunda görürsün.


Gece geçer sabah olur 

Aydınlık parça parça düşer 

Yüzüne gözüne sağına soluna.

Varlığından haberinin olmadığı

Bir yerlere duyduğun

Derin, iç kavuran bir özlemle 

Güne başlarsın. Yine.


"Rüya gördün mü?" der birisi.

Hatırlamazsın.


24 Ekim 2024 Perşembe

Bensel

 

Bir gün güldüm, iki gün ağladım
Üç gün toz aldım, beş gün mal gibi yattım
Bir gece uyuyamadım,
04:00'te bulaşık makinesi boşalttım
Başka bir gecenin sabahında,
11 saatlik uykudan şiş gözlerle uyandım

Öyle şeyler yazdım ki,
Kendime bir kötülük yapmamdan korktular.
Arkadaşlarım aradı, açmadım.
Aynı dakikalarda ben
Gratis kasa kuyruğundaydım.

Pasaportumu ve tansiyon ilacımı alıp
Zart diye Edinburg'a gitmek geldi içimden.
Sonra Bodrum'a evrildi o istek.
Sırasıyla Cunda ve Erdek'e
Hiç birini yapacak gücü bulamadım kendimde.
İdealtepe'de oturan arkadaşımda
Bir gece kaldım.

O kadar karışık ki kendime olan duygularım
Bir gün seveyim diyorum kendimi
Ertesi gün çöpe atayım.

17 Ekim 2024 Perşembe

İki Ters Bir Düz

 Okuduğum kitapta örgü örmeyi çok seven bir kadının hikayesinden bahsediliyor. Kocası öldükten sonra tek başına yaşamaya başlayan Edna kendine birkaç tane arkadaş örüyor ve salondaki koltuklara onları oturtuyor. Hırsızlık maksadıyla evi gözetleyen içeridekilerin yatmasını bekleyen adamlar, kadının evde yalnız olmadığını ve misafirlerin uyumaya gitmediklerini görünce planlarından vazgeçiyorlar. Edna'nın el emeği göz nuru arkadaşları bana Cem Yılmaz'ın yıllar önce yaptığı "o kadar fakirdik ki abim kartondandı" esprisini hatırlattı. Neyse...


Nerede o eski ilmek ilmek dokunan, içimizi ısıtan, acımadan geçen yıllara inişli çıkışlı yollara yumuşacık kafa tutan dostluklar diyelim mi o zaman? Sanki tam yeri. 

Konfeksiyon çağının sentetik katkılı, sezonluk, kolayca ulaşılıp vicdan yapmadan vedalaşılan, götünü göbeğini önünü ardını kollamayan crop top arkadaşlıklarına mesafeli bir gülen surat emojisi... 


Öte yandan nasıl ki tüm kazaklarımız hırkalarımız el örgüsü olamaz, bütün arkadaşları da canım ciğerim manevi kız kardeşim seviyesine oturtamayız. Hayatı ve ilişkileri anlamaya çalışırken daha az yıpranmamıza yardımcı olacak çok kıymetli bir farkındalık bu 


Bir de bakım meselesi var. Arkadaşların hassasiyetlerine özen göstermek. Hepsini aynı sıklıkta aynı derecede suyla aynı deterjanla yıkamamak. Kimisi sabun kokulu çekmecelerde ipekler pamuklar arasında bir ihtimam ister. Kimisini pazar poşetinde çantana tık, ses etmez. 


Örgücü Edna'yı 1999'da Vashti Farrer isimli Avustralyalı bir yazar kaleme almış. Hikayenin tamamına ulaşamadım maalesef. Olsun. Elindeki imkanları yeteneği, azmi ve hayal gücüyle birleştirip kendine bambaşka bir dünya yaratan Edna'yı sevmem için bana bu kadarı yetti. 

9 Ekim 2024 Çarşamba

Doktor Hanım

 Sabah dokuzda doktor randevum vardı. Düzenli kullandığım bazı ilaçlarla ilgili bir rapor işi. Beşiktaş'ta her zaman gittiğim devlet hastanesinde daha önce denk gelmediğim bir dahiliyeciye görüneceğim. Alışık olduğumuz ana binada değil de arkadaki ek hizmet binasında hizmet verdiğini öğrendim doktor hanımın. Yaklaşık kırk beş dakika vardı binaya intikal ettiğimde. ( Randevuya kırk beş dakika önce gitmek nedir yahu? Gittikçe emekli yaşlı teyze kafası yükleniyor bünyeye.) 


Doktor enteresan bir tip çıkıyor. Kendi kendine konuşuyor sinirleniyor falan. Beni görebileceği bir noktada bekleme sandalyesindeyim. Kapısı açık. Randevuya erken geldiğimi bildiğim için edebimle oturuyorum. Bana ayıracağı vakte daha var. Şu an onun kendi özel vakti, müdahale ediyormuş gibi olmayayım diye göz teması bile kurmuyorum. Fakat kadın bayağı bayağı  söyleniyor. Bu odaya hatta bu binaya yeni geçirmişler galiba. Arada çıkıp bir yerlerden karton bardakta çay alıp geliyor. Yan odada bağıra çağıra konuşan temizlik görevlisi kadınlar ve fizik tedavicilere sinir oluyor sanırım. Kadınlardan biri dün gece salonda televizyon karşısında uyuyup kalışını, kocasının onu yerine yatsın diye uyandırışını ve bir daha uyuyamayışını sadece odadakilere değil kattaki herkese anlatıyor adeta. Bunun böylesini bırakacaksın salonda orası burası tutula tutula uyusun sabaha kadar. 

Benim doktor masasında oturuyor. Yine bir şeyler konuşuyor. Biraz tırsıyorum aslında, çekiniyorum yanlış bir şey yapmaktan. Kadın arada benden yana da bakarak söyleniyor. Belli belirsiz başımla tasdikliyorum. Mona Lisa gibi ne idüğü belirsiz bir ifadeyle gülümsüyorum gibi ama rahatsız olacaksa doktor hanım, yok yok gülümsemiyorumdur da belki... Kazasız belasız halletsem şu rapor işini diye geçiriyorum içimden. 

Adımı soruyor söylüyorum. "Sizin randevuya daha çok var, bekleyeceksiniz"diyor. "Evet" diyorum "tamam".  Yine çıkıyor su alıp dönüyor. Çok geçmeden beni çağırıyor. Nasıl salaklaşmışsam üzerime alınmakta tereddüt ediyorum, oysa tek bekleyen benim. "Ben mi" diyorum "bana mı seslendiniz". Kadın, mallığım karşısında haklı bir agresyon yükleniyor. "Sıçtık" diyorum içimden. Buraya kadar iyi gidiyordum oysa. Ağzımı açtığımda batırdım. 

Sonunda oturuyoruz karşılıklı. "Ben şu şu ilaçlarımın raporlarını yenilemek için geldim doktor hanım" diyorum. "Ne güzel gözleriniz var maşallah" diye cevap veriyor.. (Haydaaa ?!?)

-  Teşekkür ederim...

Bilgisayarda bir şeyler yapıyor. Benimle ilgili olduğundan emin olamıyorum. İlaçların adını bir kez daha soruyor. Printer çalışıyor. Raporu hazırlamış meğer. Arkamdaki dolaptan kaşe alması gerekiyor. Odanın küçüklüğünü, dolabın yerinin saçmalığını falan dile getiriyor. "Prenses bir kalkabilir misin arkandaki dolaptan kaşeyi alacağım" diyor. Prenses mi? Ehe hehe... Mona Lisa ifademi bozmuyorum. Raporumu alıyorum. "Size eşlik edeyim" diyor. Koridora çıkıyoruz.  Merdivenlere yöneliyorum asansörü beklemek iyi bir fikir gibi görünmüyor. "İyi günler bahtınız açık olsun" diyor arkamdan. Ne tepki vereceğimi bilemiyorum, 'sizin de"  diye kekeliyorum. "Benim bahtımın kılları ağarmış artık" diyor. Ağzımı açıp kapatıyorum ama tek kelime çıkmıyor. Harf bile çıkaramıyorum. Sözün bittiği yer tam olarak orasıymış anlıyorum. Çevik bir hareketle arkasını dönüyor. Yüksek desibelli kadın seslerinin geldiği iki lafın belinin umarsızca kırıldığı odanın önünden geçiyor kafası öne eğik. Yalnızlığı, tuhaflığı, ayrıksılığı, kendi bokuyla kavga eder hali içime batıyor.

4 Ekim 2024 Cuma

Neriman Tuna'ya Saygı

 NERİMAN TUNA’YA SAYGI

Canımın sıkkın olduğu, ruhumu tozlu bir naylonla örtülmüş gibi hissettiğim bir gündü. Kafeste gibiydim. Beşiktaş’ın tamamını saran doncu, ojeci, takıcı, kahveci ve dönercinin haricinde bir yerler, ufuk açan mekanlar görmek istiyordum. Böyle olunca genelde kendimi ya Karaköy ya da Beyoğlu’ndaki sergilere atıyorum. Şansıma kimisi beni aşıyor, duvardaki tel parçasının mesajını alamıyorum, ama bazen de , o gün olduğu gibi, içine öylesine atladığım çukur, kocaman, kat kat bir mağaraya açılabiliyor.

Casa Botter’deki Komet sergisine gittim. Allah biliyor ya, çıkışta bitişiğindeki Alman Kitabevi’nin kafesinde esaslı bir bienenstich (bir çeşit Alman pastası) yemeyi de dahil ettiğim bir programdı. Serginin bir yerinde, sanatçının eski sergilerinden küçük küçük notlarla bahsedilen bir sunum vardı. 2011 yılında yaptığı “Neriman Tuna’ya Saygı” sergisi dikkatimi çekti. Kimmiş ki bu Neriman Tuna?

Şöyle bir haber bulmak bu hanımefendiye duyduğum ilgiyi arttırdı: 

"Komet, sık sık gittiği eskicide bir gün bir dizi çerçeve bulur. Çerçevelerde hep aynı kadınla ilgili gazete haberleri, fotoğraf, mektup, sertifikalar kesilip saklanmış. 1950'li yıllarda İstanbul'da yaşamış Neriman Tuna'yı anlatan bu dökümanlar nasıl kesildi, kim tarafından saklandı kesin bir bilgi yok. Ancak bu dökümanlardan Neriman Tuna'nın 1950'li yıllarda kadın hakları konusunda mücadele verdiği, Yeni Yaşantı adlı bir dergi çıkardığı, hatta başarıları sebebiyle uluslararası basında da haber olduğu ortaya çıkıyor. Komet yaptığı araştırmada yalnızca Neriman Tuna'nın 1990'lı yıllarda Bomonti'de bir evde vefat ettiğini öğreniyor. Komet böyle önemli bir insanın anılarının sahipsiz kalmasından, toplumun böyle birini unutmuş olmasından çok etkilenerek yeni sergisinde tüm bu çerçeveleri sergiliyor. 'Neriman Tuna'ya Saygı' başlığını taşıyan bu sergide, topluma mal olmuş böyle birinin nasıl unutulabileceğine dikkat çekmeyi amaçlıyor." (Gazeteden aldım, 26/10/2011 tarihli Sabah gazetesinde çıkan bir haber)

Bir türlü vedalaşamıyorum Neriman Hanım’la. Üstün stalk yeteneklerimle bir kartvizitine ulaşıyorum. Karttaki adres tanıdık, Şişli’de bildiğim bir sokak. Kısmen kentsel dönüşmüş, kapı numaraları değişmiş. Kartvizitteki apartman isminde bir harf hatası var gibi, ama belki yok gibi…

İç mimar arkadaşım @didemavincan Didem Avincan’dan hiç düşünmeden yardım istiyorum çünkü biliyorum ki, kendisi böyle hikayelere benden daha meraklı. Üstelik Nilay Örnek @nornek in @herumututortakarar sitesine yazılarıyla destek veren çalışkan bir kadın. Didem semtin Pervititch haritalarını inceliyor. O zamanki kapı numaraları, bugünkü kapı numaraları derken, oklar bizi bir binanın önüne getiriyor. Eski, güzel bir apartman, adı Doğ. Fakat Neriman Tuna’nın kartvizitinde Dağ Apartmanı yazıyor. Üşenmeyip gidiyorum, İzzetpaşa Sokak’ta bir aşağı bir yukarı turluyorum. Doğ Apartmanı’nı seyrediyorum uzun uzun. Zillerde isim arıyorum filan, otuz beş sene önce vefat etmiş birine ulaşma çabası. Sokağın geçmişini bilen biri lazım. Bir esnaf… Doğ Apartmanı’nın tam karşısında bir yorgancı var. Bir yorgancı ne kadar yeni açılmış olabilir ki. Bu arada yorgancılarla ilgili bir gözlemimi paylaşayım; asla tek başına olmuyor bu yorgancı kişisi. İlla ki sohbete ve çaya gelmiş orta yaşlı, kareli gömlekli iki ziyaretçisi oluyor. Büyük bir bankanın genel merkezinde iyi bir pozisyonda çalışan bir arkadaşım vardı, hayalindeki iş yorgancılıktı. Neyse kapatıyorum bu yorgan döşek parantezini.

Evet, giriyorum yorgancıya ve tabi ki içeride üç orta yaşlı adam var. Doğrudan Neriman Tuna’yı tanıyor musunuz diye soracak değilim. Bu apartmanın adı hep Doğ muydu diye soruyorum. Evet, ne oldu, birini mi arıyorsunuz diyor kısa kollu kareli gömlekli amca. 

-Burada yıllar önce yaşamış olabileceğini düşündüğüm Neriman Tuna isimli bir hanımefendiyi arıyorum aslında.

- Evet, burada otururdu. Eşi doktordu.

Çok heyecanlanıyorum ama yorgancı tayfasına hissettirmemeye çalışıyorum.

- Kadın hakları konusunda o senelerde çok mücadele vermiş. Bir sergide ismini görüp araştırdım.  Kendisi bir dergi çıkarıyormuş.

- Evet, hatta bazı yerlere ben götürürdüm dergileri, benden yollardı.

- Kendisine ait olduğu tahmin edilen bazı resim ve belgeler bir eskici dükkanında bulundu. Hatta eski bir gazete haberinde bir huzurevinde sefalet içinde öldüğü yazıyor.

- Yok efendim. Bu binada karşılıklı iki daireleri vardı. Eşi doktordu. 

- Çocukları?

- Çocukları yoktu. İkisi de vefat ettikten sonra kocası Enver Bey’in yeğenleri evleri sattılar.

O günden beri garip bir hüzün var içimde. Eskicide bulunan çerçevelerden birinin içinde de Neriman Hanım’ın madalya alırken çekilen bir fotoğrafı var. Sen kadın hakları için mücadele ver, dergi çıkar, madalya kazan… Ölümünden yirmi yıl sonra hatıraların senin adını bile bilmeyen bir eskicinin raflarına düşsün…

Yine de buna şükür Neriman Hanım. Seni Komet sergisinde görmemiş, adını hiç duymamış olabilirdim. Şimdi en azından benimle birlikte bu yazıyı okuyan birkaç kişi daha  “bu dünyadan bir Neriman Tuna geçmiş, birilerinin hayatına dokunmuş, kadınların yaşam şartları iyileşsin diye uğraş vermiş” diyecek. 

Ruhun şad olsun.













7 Ağustos 2024 Çarşamba

Neredesin Nerede?

 NEREDESİN INSTAGRAM

Bakıp da güldüğüm o anların

Tutamaz yerini hiç kimse

Yerini hiç kimse bilmez

Usulca geçtiğim o yolların

Bilemez yerini hiç kimse

Yerini bilen de dönmez

Yokluğunda çok kitap okudum, aradım

Neredesin nerede?

Ara sıra resmine dokunup ağladım

Neredesin nerede?

Yokluğunda çok kitap okudum, aradım

Neredesin nerede?

Ara sıra resmine dokunup ağladım

Neredesin nerede?


Mustafa Sandal

1 Ağustos 2024 Perşembe

Düğüm

 

DÜĞÜM

“Düğüm” kelimesi içimde farklı tınladı. Düğümle ilgili söyleyeceklerim var, öyle hissettim. Müge yazı grubumuza her sabah yazmamız için kelimeler atıyor ve ben oralı olmuyorum. Yazma faaliyetini gerçekleştirmemi mümkün kılacak fiziksel ve psikolojik ortamı yaratmak için ufak bir çaba bile göstermiyorum. Ama dedim ya, geçen gün “düğüm” dedi Müge. O günden beri düğümleri olan, düğümlenmiş ya da kendisinin attığı düğümlerin pençesinde sararıp solmuş, yaşam enerjisini yitirmiş bir kızı yazmak istiyorum. Yazmaktan kastım oturup dört başı mamur bir roman veya hikaye  ortaya çıkarmak değil, son derece sıradan da olsa anlatılmayı hak ettiğini düşündüğüm birinden dilim döndüğünce bahsetmek. Pencerenin kenarında oturuyormuşum da bu kızı görmüşüm, düşünceli, bezgin adımlarla ağır ağır önümden geçmiş gibi. Başını çevirip bana bakmamış ama onu izlediğimi dahası halinden anladığımı anlamış gibi. “Bir daha buradan ya geçerim ya geçmem, dünya hali, belli mi olur, sen beni şimdi yaz” demiş gibi.

Kızın bana benzeyen özellikleri var, ama ben değilim. Öyle zannedeceksiniz muhtemelen. Değilim diyorum, inanın. Bensem benim derim, insan düğümlerinden utanır mı?

Gözlerindeki düğümden başlamak gerekir. Başkalarının onda gördüğü cevheri o kendinde görmez, göremez. Yeteneklerini, becerilerini biri fazlaca methetse, ya kibarlık ettiğini ya da dalga geçtiğini düşünür.

Dudaklarındaki düğüm: Az güler kızımız, çok az. Bazen tebessüm eder. Neşeli görünmekten imtina eder, kendini gri bir tülle sarmış gibidir. Düşüncesi odur ki, neşeli görünürse, hayatından, sırtına yüklenenlerden ve eline tutuşturulanlardan memnun olduğu sanılır. Halbuki mutlu değildir, yaşadığı günden bir tat almaz, geleceğini bildiği günlerle ilgili iyimser gözlükler takmaz.

Boğazındaki düğüm en fenasıdır, her şeyi başı odur aslında. Söyleyemez. Aklından çok şeyler geçer ama gırtlağının boğumları arasında takılır kelimeler. Sessiz hırıltılara dönüşür. Aptal ve sığ olduğunu düşüneceklerini bilse de konuşmaz. Hayır, diyemez. Sınırlarını çizemez. Ufacık bir fikir beyanıyla alay konusu olduğu, fısıltıyla yaptığı en zayıf itirazın bile korkunç bir saygısızlık, acınası bir kıymetbilmezlik kılığına sokulduğu durumlar yaşamıştır bu kızcağız. Çareyi boğazını düğümlemekte bulmuştur. 

Tüm o yuttuğu kelimeler midesinde taşlaştığından belki, midesi de düğüm düğümdür. Bu düğümler onu kemirdikçe acıkır, acıktıkça yer. Yer, yer, yine kazınır midesi, yine yer… Belki de en çok göbeğinden ötürü bu kızı ben sanacaksınız. Yok, ben değilim. Evet, benim de göbeğim var, ama bu kız bambaşka biri. Sizin tanımadığınız, sadece benim penceremin önünden geçen biri. Ben size ne kadarını anlatırsam o kadarını bilebileceğiniz biri. 

Ayaklarına düğümlenmiş külçe külçe ağırlıklarla zor zar atar adımlarını. Depresyon dersiniz, kaygı bozukluğu dersiniz, hatta tiroid, B12, selenyum dersiniz. Doğrusunu o kız söylesin size. Neden öyle ağır ve isteksiz yürüdüğünü. Gideceği yerin, olduğu yerden daha iyi olacağına dair ne bir inancı ne de hayali vardır da ondan. Kendisini şu an içinde debelendiği hayatın çok daha zor, çok daha sert bir halinin beklediğini bilir. İçinden hiç gelmez ileriye doğru bir adım daha atmak ama zaman treni durmaz, aşağıya da atlayamaz. Ayaklarını sürüye sürüye penceremin önünden geçer düğümlü kız.