Sıradanlıktan zarar gelmez. Keşke bugün sıradan bir gün olsaydı Antakya'da ,Adıyaman'da, Malatya'da herkes evinde işinde okulunda yer üstünde hayatta karnı tok sırtı pek olsaydı. Sıradanlıktan sıkıla sıkıla oflaya puflaya içselerdi çaylarını sigaralarını. Evleri üzerlerine kapandı. Düşüne taşına rengi seçilen, tablolar, aile fotoğrafları ,saatler, takvimler asılan duvarlar birer birer yıkıldı. Arkasına geçilip sürpriz doğum günü pastasının mumları yakılan sırdaş duvarlardı onlar. Şimdi en çok güvendikleri o duvarlar tonlarca yük oldu omuzlarında. Bir enkazda , bütün o moloz yığınının içinde, kapısı açılmış bir buzdolabı gördüm. Boyuna posuna bakılırsa bizim yirmi sene önce filan kullandığımız bir modele benziyordu. Kavanozda turşular, yoğurt kovası ve bir küçük tencere. Ayaktaydılar.
Doktor randevusundan çıkan arkadaşımla Osmanbey'de bir kafede oturuyoruz. Sıradan bir gün. Ya da belki değil. Belki de bugünün aslında çok özel bir gün olduğunu henüz bilmiyoruz. Geriye döndükçe ,önüne ardına baktıkça mı kıymeti ortaya çıkıyor günlerin, ayların, elimiz ayağımız tutarken geçen yaşların?
Çay ne güzel, ahşap masa ne güzel, ulan kapıyı açık bulunca içeri sıvışan sokak kedisi bile... Hayatta olmak başlı başına mühim mesele. Çok seviyor olmamız lazım. Hayatı. Göğsün hava ile dolmasını, ayağı sıkan botu, suratımıza suratımıza yağan karı. Çayın yanında gelen akide şekerini.
Enkazdaki buzdolabını unutamıyorum. İçindeki küçük tencereyi. Belki evin ergeninin burun kıvırdığı bir bamya yemeği vardı içinde. Ne ev kalmış şimdi ne ev halkı. Tenceredeki bamya sahipsiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder