MUZ
Kahvaltıdan sonra
tıraşını oldu. Dolaptaki ütülü beyaz gömleklerden birini askıdan çekti. İşten
ayrılalı bir buçuk yıl olmuştu ama takım elbiseleri de gömlekleri de hala
üzerine cuk oturuyordu. Laptop çantasını masanın üzerine aldı. Bordo deri kapaklı
defterini, kitabını, gözlüğünü, kalemlerini çantaya yerleştirdi. İki de dergi
koydu. Rengi yeşilden sarıya yeni yeni dönen bir muz da diğerlerinin yanında yerini aldı. Kapattı
çantayı. İçinde laptop olmadığını kim bilebilirdi ki. Aynada kendine son bir
kez baktı. Saçını düzeltti. İşe giden sabah kalabalığına karışmak üzere evden
çıktı. Otobüs duraklarının önünden geçti. Banka şubeleri ve simitçiler
hareketlenmeye başlamıştı. Mobilya mağazası ışıklarını açmış, kuruyemişçi cips
standını kapının önüne çıkarmış, okul servislerini bekleyen irili ufaklı
çocuklar caddenin iki yanına gelişi güzel serpilmişti. Yürüdü, yürüdü. Kırk beş
dakikanın sonunda az bilinen bir müzenin daha da az bilinen bahçesindeydi.
Bahçenin bir köşesindeki kafeteryada oturmaktansa süs havuzuna bakan banklardan
birine geçti. Çantasından kitabını çıkardı. Birkaç sayfa okudu. Havuzdaki
kuğuların, duvarın dibindeki güllerin, henüz çiçeklenmemiş heybetli manolya
ağacının üzerinde ağır ağır gezindi bakışları. İyice üşüyünce kalktı. Kafeteryaya
girip küçük mermer masalardan birine oturdu, kendine bir çay söyledi. Bordo
deri kapaklı defterini ve en sevdiği dolma kalemlerinden birini çıkardı. “Bugün
size Dark Finans’dan ayrılışımı anlatacağım.” diye yazacak oldu. Yok yok
dedi kendi kendine. “Bugün sizinle şu soruya yanıt arayacağız; para mı
insanı bozar parasızlık mı”. Hayır hayır diye sessizce inledi. Alnını ovuşturdu.
Bir çay daha istedi. “Daha başka daha şaşırtıcı olmalı yazdıklarım. Kalbimi üzerinde tüten
dumanıyla görmeliler satırlarda. Mantosunun kuşağının düşmek üzere olduğunu
fark edip uyarmak istediğim kızı yazayım mesela. O kadar güzeldi ki o güzellik
beni rahatsız etmiş adeta ürkütmüştü.
Konuşmaya başlayınca kekelerim veyahut sesim titrer korkusuyla vazgeçmiştim
herşeyden. Bana neydi onun düşen kuşağından. Bu kadar güzel olacağına azıcık
üstünü başını toplasaydı. Ben onu tüm iyi niyetimle uyarırken azıcık dilim
sürçer gibi olsa, bütün gün eşine dostuna
bu hadiseyi gülerek anlatırdı.” İkinci çay da bitmiş kafeterya
kalabalıklaşmıştı. İçtiklerinin parasını verdi. Çantasını hızlıca toplayıp
sahilin yolunu tuttu. Piyanocuların, çiçekçilerin, kahvecilerin ve pilates
stüdyolarının olduğu caddeyi boydan boya yürüdü. İskeleye uzaktan bakan
banklardan birine oturdu. Çantasından muzu çıkardı. “İki çaya otuz lira
veren eski finansçı öğle yemeğini evden getirdiği muzla geçiştirdi.” diye
geçirdi içinden. Yazarların günlük alışkanlıklarını anlatan kitaplar okumuştu.
Uyanır uyanmaz kahve içenler, her gün duş alanlar, yatakta yazanlar, yazmak
için otele gidenler, gündüz işe gidip gece yazanlar… Hayatında hiç geçim derdi
çekmemiş olanlar da vardı, onca zenginliğin içinde kendine ait bir odası
olamayanlar da. “Belki” dedi. “Çok zengin olsaydım ya da çok
yakışıklı. O kadına seslenirdim. Mantonuzun kuşağı düşmek üzere hanım efendi
diye oturduğum yerden istifimi bozmadan. Kaybederseniz üzüleceğinizi tahmin
ettim ve içim elvermedi. Bu gözlere bu dudaklara bu saçlara bu ellere mutsuzluk
yakışmaz.”
Muzunu bitirdi. Kabuğunu
atmak için ayağa kalktığında ilk hareket edecek vapura binmeyi geçirdi
aklından. Böyle çılgın fikirler adamdan pek yüz bulamazdı genelde. Ya
ayakkabısının sıktığını ya başının ağrıdığını bahane ederdi hep. “Bu sefer
hesapsız davranayım” dedi. “Belki suyun üstünde gelir bulur beni
aradığım o zihin açıklığı”. Az sonra vapurda cam kenarında elinde bir şiir
dergisiyle oturuyor birkaç dakika önce oturduğu banka bakarken içi sızlıyordu. “Hiç
kalkmasaydım keşke” dedi. “Ayakkabılarım sıkıyor” diye mırıldandı.
Şiirlere döndü. Şiirler hap gibiydi. Küçücük ama çok etkili. Toplasan sekiz on
kelime. “Aynısını ben yazsam gülerlerdi kesin” diye kafa salladı belli
belirsiz. Vapurun kirli camından gri yeşil sulara, uzaktan geçen balıkçı
teknesine baktı. “Belki de” dedi. “ Çok yaşlı olsaydım ya da çok
ünlü, o zaman yazardım bunlar gibi şiirler. Mantosunun kuşağını düşürmek üzere
olan o güzel kız da gözleri dolarak okur, okurken göğsü inip kalkar, dudakları
titrerdi.”
Vapur, yolcularını
indirdi ve beklemeden karşı taraftan binenleri adamın muz yediği kıyıya getirdi.
Şiir dergisini çantasına geri koydu. İnsanlar inmek için hareketlenmeye
başlarken dizine koyduğu deftere günün ilk cümlesini yazdı: Bugün de bir şey
yazamadım. Çünkü ne zengin, ne yakışıklı, ne yaşlı, ne de ünlüyüm.