Geçen gün garsonun ayakta uyuyanını, fırındaki kruvasandan
haberi olmayanını yazmıştım. Sen misin ilgi isteyen? Bugün gittiğim yerde çayın
yanına çikolatalı pasta istedim. (Yanlış anlaşılmasın, öğle yemeği yerine. Bu
diyet işe yararsa kitap yazacağım. Günün %80’inde badem ve kuru erik eşliğinde aç
gezip geri kalanında böyle saçma sapan bir pasta bir dondurma götürüp gece
yatmadan yoğurt yiyorum.) Neyse pasta diyordum, yok yahu garson diyordum. Yani
insan bazen hiç sohbet havasında olmaz da, kuaförde veya takside illa ki
dünyanın en konuşkan elemanına denk gelir ya, o hesap. Merak etmeyin topluyorum birazdan. Ahhh, açamamışım ki daha konuyu. Şöyle:
Türlü türlü gerçek ve gerçek üstü (kafamda yarattığım)
sıkıntılarımdan bunalmış vaziyette yaptığım ve beni rahatlatmayı başaramayan
bir yürüyüşün ardından yine soluğu bir Nişantaşı kafesinde aldım. Lokasyon
merkezi, dekorasyon sıradan, menü silik. Bugün sıfırcı hocadan beterim. Hımm,
menüde bulamadığım mutluluk patlaması şu ilerideki dolapta olabilir mi?
-Tatlı siparişi için sizi pasta dolabına alalım.
-Peki alın.
Offf hepsini nasıl da azimle anlatıyor. Tamam, ilk
gösterdiğini alacağım be adam.Bal kabaklı ve ıspanaklı pasta... Oreolu
cheesecake... Baileys’li tiramisu... Çıtır çikolatalı ve yer fıstıklı pasta...
Çay ve pasta ivedilikle masama geldi. Bazı şeylerin hakkında konuşmak o şeyin bizzat kendinden daha heyecanlı
olabiliyor, değil mi? Tıpkı bu önümdeki pasta gibi. Kavuştuğumuz anda ondan
bıkmıştım bile. Sanırım kafam anlatamayacağım kadar karışık. Pastanın yarısı
tabakta melül melül bakınırken ilgi yumağı garson geldi ve beğenip
beğenmediğimi sordu. Problem mi vardı? “Problem
çok be güzelim” dememek için kendimi zor tuttum. Pastanın şahane olduğunu
söyledim. Rüya gibi tatlı, günah gibi lezzetli olduğunu ekledim. (içimden)
-Kalanı paket yapar mısınız?
-Tabi.
Avuç içi kadar pastayı kafam kadar bir kutuya yerleştirip,
onu da alengirli bir karton çantaya koyup getirdi.Karşımdaki sandalyeye
bıraktı. Artık yalnız değildim, pastam bu sıkıntılı günümde bana eşlik ediyordu.
Akıllı telefonuma gömüldüm, bir süre kafenin sağladığı internet ortamını sömürdüm.
Derken garson yanaştı. Ya sabır!
-Paketinizi buzdolabına koyalım isterseniz.
-Gerek yok, fazla kalmayacağım.
-Buzdolabına...
Al kardeşim, al. Nereye istersen oraya koy. Seni mi
üzeceğim? Kimseyi üzemediğim için bu haldeyim zaten. Seni de üzmem.
Beş dakika daha oturup kalktım. Şimdi evdeyim, pasta da
buzdolabında. Bense mate çayı içerken yazıyorum bu satırları. Hayat neden bu
kadar zor!?!