Birkaç gün önce Fransız Kültür Merkezi'nde haftaiçi sabah 11:00 seansında bir film izledim. Dokuz buçukta oradaydım. Avludaki huzur dolu kafede fransızca şarkılar dinleyerek Parizyen bir kahvaltı yaptım. Kruvasan, reçel, tereyağ, portakal suyu, kahve. Bu kafeden daha önce de bahsettiğime eminim. Burası Taksim'in göbeğinde bir gündüz düşü gibi. Film Fransız taşrasından bir genç kızın moda eğitimi almak üzere Paris'e gelmesi, büyümesi, öğrenmesi , düşmesi ve kalkması hakkındaydı. Tabi ki bu bir festival filmiydi ve amaç turistik tanıtım değildi. Dolayısıyla sıfır Eyfel, sıfır Notre Dame, sıfır klişe Paris manzarası içeriyordu. Kızcağız bir de bohem kafada, bencil bir fotoğrafçıya aşık oldu. Minnacık bir evde yaşadı ve haftasonları toplu konutlarda oturan manikürcü arkadaşını görmeye gitti. Filmdeki sevgililerin Normandiya kıyılarında yaptığı uzun pastoral yürüyüşler kaldı aklımda.
Kendime yaptığım bu kombine Fransız programdan çok memnun kaldım diyebilirim.
Festival kapsamında izlediğim ikinci film Küçük Kaos'tu. Bu filmi seçerken tanıtım metnindeki şu kelimelerin davetine kayıtsız kalamamıştım: Versay Sarayı, bahçe, peysaj, dönem filmi. İsabetli bir karar verdiğimi söyleyebilirim. Kadınlarda kabarık etek ve göğüs dekoltesi, erkeklerde bukleli peruklar , dize kadar beyaz çoraplar ve pudra olan zamanlarda geçiyordu. Kate Winslet sarayın meşhur bahçesinin bir bölümünün peysajını yapiyor, bu arada kendini hem baş mimar efendiye hem krala ispat etmeye uğraşıyordu. Yüzyıllar öncesinde de kadın, kadını çekemiyordu üstelik. Yani zavallı Kate ,o kadar toprak ve çamurla uğraşırken bir de baş mimarın karısının hasetlikleriyle baş etmeye çalışıyordu. Laf aramızda mimarın karısı da boşuna işkillenmiyordu. Ateş olmayan yerden duman çıkmazdı, bu heryerde böyleydi.
Böylesine parklar ve bahçelerle ilgili bir film izledikten yaklaşık bir hafta sonra Bebek'teydim. Almelek Sanat Galerisi'ndeki "Objektiften Tuvale Nostalji" sergisini gezdim. Fotoğraf sanatının duayeni Ara Güler ve Ressam/Kanun virtüözü Prof. Dr. Erol Deran ilk kez özel bir sergiyle yan yana gelmişler.Bu sergide Ara Güler’in eski İstanbul karelerini, Erol Deran tuvaline aktarmış. Çok keyifle gezdim. Sergiden sonra Bebek'teki bir pasajın içinde yer alan Cup of Joy'da kahve molası verdim. Manzarası hatta penceresi bile olmayan bir yere gider mi insan? Bebek'teyken hem de? Ama tam buğday unlu, armutlu keki çok güzel desem... Cortado yapan henüz başka bir yer bulamadım desem...Pasaj içinde oturmuş, Ara Güler'in tablo gibi fotoğraflarını, o yıllardaki Rumelihisarı'nın eğri büğrü Arnavut kaldırımı sokaklarını düşünürken sol tarafımda bir pembelik farkettim. Kafenin bitişiğindeki çiçekçinin kapısının önüne çıkardığı "şeyler"di bunlar. Katmerli lale olduğunu öğrendiğim bu çiçeklere o kadar hayran oldum ki, fotoğraflarını çekmek yetmedi. Saatlerce onlara bakıp resimlerini yapabilecek bir yeteneğim olsun istedim. Ya da en güzeli günler ve gecelerce onlara bakabileceğim bir bahçem olsaydı... Lale deyince belediyemizin her yere diktiklerini gözünüzün önüne getirmeyin . Bu bahsettiklerim onların yanında o kadar zarif ve kırılgan görünüyorlar ki anlatamam. Teknolojik alt yapıyı zorlayarak buraya bir fotoğraf koymaya çalışacağım. Malesef bloga resim koymak dünyanın en kolay işi değil , en azından benim için .
Günler, haftalar birbirini kovalıyor . Yakında yaz gelecek. Otobüslerde güneş vurmayan koltukları kapmaya çalışacağız.
Sarıyer'deki Sadberk Hanım Müzesi'ndeki Pabuç sergisi, Topkapı Sarayı'ndaki Türk kahvesinin 500 yıllık öyküsünün anlatıldığı sergi beni bekliyor. Bunları not etmiştim zaten ama gidilecekler listeme en son giren öyle bir olay var ki, duyunca siz de gitmek isteyeceksiniz. Ah benim Londra'daki canım arkadaşım! Bilirim ki, oğlunun adını Sinan koyacak kadar seversin bu adamı, keşke beraber gidebilseydik bu sergiye.
Mayıs sonuna kadar, Tophane-i Amire'deki “Mimar Sinan ve Mimari Dehanın Şaheserleri” sergisinden bahsediyorum.Meşhur bir çok ressam, kaşif, filozof, heykeltıraşın sergileri gerçekleşti ancak adı dünyaca bilinen, tarihimizin en önemli mimarı Sinan hakkında bu kadar kapsamlı bir sergi ben ilk defa duyuyorum. Henüz gitmedim ama okuduklarım beni çok meraklandırdı. Bakın ne diyorlar: "Sergi 10 ana bölümde anlatılacak ve teknolojinin sergileme tasarımına katkı sağladığı tüm enstrümanlar kullanılacaktır. Yediden yetmişe serginin sadece gezilmesine değil, interaktif olarak yaşanmasına da olanak sağlayacaktır."
İstanbul’dan sonra dünyanın başka önemli kentlerinde de sergilenmek üzere yola çıkacakmış. Kanka'cım, oğlanları alıp gidersin Londra'da :)
Gördüğünüz gibi aylaklık rehberlerim sınır tanımıyor! Hayat kısa. Az zamanda çok gezmek lazım!