Selam, ben Yusuf. Yolda yürürken omuz attığınızda özür dilemeye gerek duymadığınız, yüzüne bakmadığınız, dişleriyle, sivilceleriyle, yarım yamalak çıkan sakalıyla dalga geçtiğiniz liselilerden biri. Otobüste, metroda sırtındaki çantadan, ter kokusundan, kulaklığından yayılan müzikten, gülmesinden, konuşmasından, heyecanından, kontrol edemediği enerjisinden kısacası yaşının her türlü semptomundan şikayet ettiğiniz sevimsiz çocuk irisi. Liseli.
Gerçi bazı dizilerde bizi, geniş omuzlarını ve adaleli vücudunu sımsıkı saran okul gömleği içinde koca koca adamların oynadığı da oluyor. Altlarındaki arabayla okula, oradan dolgun dudaklı atarlı giderli kız arkadaşıyla at binmeye gidiyorlar filan. Lisede böyle yaşayan otuzuna gelince neyle tatmin olur? Sıradan arabalar, sıradan atlar ve sıradan kızlar kesmez artık bu abiyi. Yalılı şirketli entrika dizilerinde devam eder macerası.
Neyse, bana dönelim. Boktan bir hayatım var. Annem, ders çalışmak ve okula gitmek dışında yaptığım her şeyin vakit ve para israfı olduğunu düşünüyor. Beni kocası olmadan tek başına büyüttüğü için ona, diğer çocukların annelerine duyduğunun iki katı minnet duymalıymışım. Büyütememişsin ki zaten! Aha işte böyle kavruk, beden dersinde sıra sonu, medium eşofman giyen biri olabilmişim. Bıraksaydın bir zenginin kapısına. Biraz protein, biraz yazlık güneşi, Alman dadı ihtimamı filan görseydim büyürdüm serpilirdim belki.
Kızlar yüzüme bakmıyor. Kendileri sanki birer Kendall. Göğüs çatalı gösteren, yırtık kot şortla gezen her hatun da hemen havaya girmesin be.
Neyse ya çok da dert etmiyorum kızları. Ünlü bir yazar olunca, yazdıklarımın filmleri dizileri çekilmeye başlayınca hepsi diz çökecek önümde.
Banka soyacak veya kalpazanlık yapacak halim yok. Jigolo olamayacak kadar da tipsiz ve tutuk biriyim. Okuldaki edebiyat hocalarının dediği gibi, beni anca yazı kurtarır. Beni yazı kurtaracak ortalama ve sıradan olmaktan. Görülmeyen, tercih edilmeyen, boşlukta kapladığı yeri kimsenin umursamadığı biri olmaktan şu elimdeki kalem kurtaracak beni. Hocalar böyle demedi de, "ileride imza gününe geldiğimizde bizi sırada bekletme" diyerek yüreklendirdiler. Bana, içinde yürümekten bunaldığım bu uzun karanlık tünelin ucunda ışık kırıntıları olduğunu ima eden şeyler söylediler.
Liseler arası öykü yarışmasında iki sene üst üste birincilik aldım. Annem, bunu veli toplantısına geldiğinde öğrendi ve akşam ders çalışmak yerine "böyle şeylerle" uğraşmamın onu nasıl üzdüğüyle ilgili kısa ve bayık bir söylev çekti. "Bu okulu ben mi bitiricem oğlum, sen bitireceksin. Aklını başına topla, azıcık da beni düşün." Finali klasik oldu.
Annemin beni en son ne zaman ne için tebrik veya takdir ettiğini hatırlamıyorum zaten. Merak edip de öykünün konusunu bile sormadı. İyi de oldu aslında. Bir kaç gün de onun için söylenirdi. Ekstra sıkıntı.
Babamın ailesiyle görüşüyor olmamdan feci şekilde şüphelenen annemin peşime taktığı Dedektif Timur'un beceriksizleriyle alay ettiğim bir hikayeydi. Her gün bilardo oynamaya gittiğim İnziva Cafe'deki hava nasıl olursa olsun mont giyen ve saçının peruk olduğu çok belli olan o adamdan yola çıkarak uydurduğum bir karakterdi Dedektif Timur.
İnziva Cafe, tostun içindeki kaşarın zar inceliğinde olduğu, çayın klor, ortamın rutubet, sigara ve patates kızartması koktuğu bir yerdi. O karışık kokuya gün geçtikçe alışmış, onun verdiği o "konfor alanı" hissini gittiğim her yerde arar olmuştum.
Bugün bu satırları da size buradan, İnziva'dan, kendimi en güvende hissettiğim yerden yazıyorum. Tıpkı bütün öykülerimi yazdığım gibi. Burhan Amca (namı diğer Dedektif Timur) her zamanki masasında televizyon seyrediyor. Pasajın tuvaletçisi Topal İbrahim'in babası olduğunu ve karısı öldükten sonra evde yalnız kalamadığı için oğlunun onu her gün yanında getirip İnziva'ya oturttuğunu öğrenmeden önce yazmıştım Dedektif Timur'u.
Burhan Amca hasta olmaktan çok korktuğu için soğuk sıcak demeden hep aynı mavi montu giyiyor. Peruğun olayını ise ne kendisine ne oğlu İbrahim'e sorabildim. Yeni yetme kıl kuyruk bir liseliyim eninde sonunda. Kim beni karşısına oturtur da adam gibi muhabbet eder? Olsun, sabırla o günü bekleyeceğim. O gün geldiğinde, ilgiyle ve benden ilgi dilenerek bakan gözlerle sorduğunda o gazeteci kız, uzaklara bakarak cevap vereceğim. "Evet, ilk kitabımı çıkarmadan önce seneler süren bir inziva sürecinden geçtim..."