BAK POSTACI GELİYOR
BÖLÜM 1
İşte bir postacı. Çantası ağzına kadar dolu. Taşıdığı
ağırlığı umursamadan küçük ve hızlı adımlarla ilerliyor genç adam. Yetişmekte
zorlanıyorum. Kuyu Sokak’a giriyor. Ben de peşinden tam köşeyi dönecekken kadının biriyle çarpışıyoruz. Maskelerimizin
altından birbirimize bir şeyler söylüyoruz. Özür diler gibi yapıp yoluma devam
ediyorum ama sokak bomboş. Derken hızlı postacıyı Kuyu Apartmanı’ndan çıkarken
görüyorum. “Kapıyı tutar mısınız rica etsem” diye sesleniyorum. “Anahtarı
almamışım, zili çalarsam bakıcıdan bir araba laf işitirim.” Berbat oyunculuğumu
üç katlı bez maskemin altına gizliyorum. Nazik adam içeri girmeme yardımcı
oluyor. Tam umduğum gibi, postacı zarfları her bir dairenin kendi posta
kutusuna atmak yerine tomar halinde girişteki kalorifer peteğinin üzerine
bırakmış. Ilık ılıklar. El çabukluğuyla hepsini bir poşete atıp, ağzını
bağladığım poşeti çantama yerleştiriyorum. İçim kıpır kıpır. Yakalanma
korkusuyla dikkatlice bakamadım ama en az on, on iki tane zarf vardır sanırım.
Cevaplanmayı bekleyen on iki adet postanın çantamdaki şişkinliğini elimle yokluyorum. Yüreğim
kabarıyor. İnternetten sipariş ettiğim lacivert dolma kalem mürekkebini kargocu
bu sabah getirdi. Mora bakan tatlı bir lacivert. Yazı masamın başına geçmek
için sabırsızlanıyorum.
Evin kapısını açar açmaz ekmek kokusu yüzüme çarpıyor. Bir
kaç saat önce fırından çıkarıp tezgahın üzerine bıraktığım ekmeğin, kokusundan
başka hiç bir şeyi olması gerektiği gibi değil maalesef. Tariflere “aldığı
kadar un” yazan ilk insanı bulup, kafasını un çuvalına sokmak suretiyle boğmak
istiyorum. Yaptığım masrafa dertlenecek gibi olurken içimden bir ses “yarın
Müge’nin dediği sitedeki tariflere bakarsın” diyor. Yenilen her pehlivan gibi
ben de güreşmeye doymuyorum. Kuyu Sokak, Kuyu Apartmanı’nın girişindeki
kalorifer peteğinin üzerinden arakladığım mektupları ütü masasının üstüne
sıralıyorum. Üzerlerine tülbent serip bir güzel ütülüyorum. Koronadan önce
zarfları daha eve gelmeden dayanamaz açar, sayfaları birbirinden ayırmak için
parmağımın ucunu dilimle ıslatmakta zerre tereddüt etmezdim. Şimdi öyle değil. Şimdi
hiç bir şey eskisi gibi değil. Son bir yıldır eşten, dosttan, çarşıdan, pazardan,
eskicilerden, sahaflardan ayrıyız. Ağız ağıza gülmeye, aynı şişeden içmeye hasret
kaldık. Hayatla aramıza mesafe koyduk. Uzak kalmak ne zormuş. Sanki biz yetmiş
iki parçalık yemek takımıymışız da, sahibimiz bir anda fakirleşmiş , bizi
satmak zorunda kalmış. Her birimiz ayrı evlerde ayrı büfelerde özleşirmişiz
gibi. Tek tek de güzeliz ama
birlikteyken anlamlıyız. Dalgınlıkla az daha yakıyordum zarfın birini, neyse ki
arada tülbent var.
Dünden kalan makarna salatasının yanına bir ton balığı
açıyorum ve yerken televizyonda “Adım
Adım Anadolu” tarzı bir programa denk geliyorum. Saçının peruk olduğu buradan
bile anlaşılan bir abimiz, bir grup tonton ve şalvarlı teyze ile bir hamur
teknesinin başında gülüş cümbüş bir muhabbetin içindeler. Tontonlardan biri
“aldığı kadar un” derken televizyonu kapatıyorum.
Kahvemi yaptım. Kağıtlarım hazır. Dolma kaleme yeni
mürekkepten doldurdum. Kuyu Apartmanı’ndan getirdiğim ve ütüleyerek dezenfekte
ettiğim zarflar masanın üzerinde
duruyor. Sandalyeme yerleşiyorum. Kahvemden büyük bir yudum alıyorum ve gözlerimi
kapatarak elimi zarf yığınına uztıyorum.
İşte ilk postamız, parmaklarımın ucunda. Kim yazmış, kime yazmış bilmiyorum.
BÖLÜM 2
Bu apartmanın postalarını ilk kez aldığım için ne binada
yaşayanlar ne de onlara mektup gönderenler hakkında bir şey biliyorum. Mektup
dedim ya, lafın gelişi. Keşke gerçekten bu zarfların içindekilerin hepsi kanlı canlı birileri tarafından Kuyu
Apartmanı’ndaki eşine dostuna ve düşmanına yazılmış olsa. Öylelerine nadiren denk geliyorum ne yazık ki.
İlk zarf bir bankadan. Akif Yumurtacı isimli kişiye. Kendisine
kredi kartıyla yarattığı hayatın bedelini hatırlatıyor. “Harcarken gülüyordun,
ödemezsen gülme sırası bize gelir”
diyor. Son gülen iyi güler Akif. Ekstresine göz gezdiriyorum. Evde bira
yapma seti, cam şişeler, kapaklar. Pazarlamayla ilgili kitaplar, bira tarihiyle
ilgili kitaplar, kamera, tripod standı. Anlaşılan arkadaş biraları sadece kendi için üretmeyi
planlamıyor. Sırtımı dikleştirip bankaya gereken cevabı Akif’in ağzından
veriyorum. Çok önemli bir projenin emekleme döneminin bir parçası olduklarını sadece
biraz daha idare etmelerini, dilerlerse kendilerine son ürettiğim seriden bir
kaç şişe gönderebileceğimi söylüyorum. Zarfa bankanın 4. Levent’deki genel merkezinin adresini
yazıyorum.
Bir sonraki zarf Mucize
Koleji’nden , altı numaralı dairedeki Burcu Gürlük’e gelmiş. Velisi
bulunduğunuz sevgili Ada Fatma Gürlük’ün
kayıt yenilemesi henüz yapılmamış görünüyor diyor. Kayınvalideye
yaranmak için Ada’nın ismine babannesininkini de eklemişler ama umdukları gibi
olmamış sanırım. Cimri Fatma, parayı mezara götürecek sanki. Ne olurdu şu
çocuğun okul taksitlerini üstlenseydi. Mucize Koleji’ne açık konuşuyorum,
durumumuzun biraz sıkışık olduğunu söylüyorum. Ada’nın babannesi sayın
kayınvalidem Fatma Gürlük’ün Ordu’daki fındık bahçelerinden sadece birini
satması halinde her şeyin yoluna gireceğini ifade ediyorum.
Gidip kendime su alıyorum.Hevesim kırıldı biraz.
Zarflardan hayalini kurduğum gibi el yazısı mektuplar çıkmıyor. El yazısından
karakter tahlili hatta tahmini ne güzel
olurdu oysa. Kalemin iyice bastırıldığı veya yazının savruklaştığı anları
yakalamak oralardan hikaye uydurmak da öyle.
Kanepeye uzanıp kanallar arasında dolaşırken BBC’de Marianne North’la ilgili bir belgesele
denk geliyorum. Bin sekiz yüz seksenlerde kadınların nadiren gittiği Kuzey ve
Güney Amerika’ya , Güney Afrika’ya ve
Asya'nın birçok yerine yaptığı seyahatleri anlatıyor. O seyahatlerde yaptığı
bitki resimleriyle dolu galeriyi Kew’e ilk gidişimde keşfetmiştim. Her Londra
ziyaretimde de orayı bir kez daha görme arzusu
daha uçaktayken beni sarardı. Şimdi hepsi çok uzak, tatlı bir hayal
oldu. Oradaki biricik arkadaşımı manevi kız kardeşimi düşündüm. Burnumun direği
sızladı. Birbirimize senelerce yazdığımız el yazısı mektupların bana , benim o
dalgalı ruh halime nasıl iyi geldiğini anımsadım.
Bu duygularla yerimden kalktım ve masaya
geri döndüm. Kuyu Apartmanı’nın postalarına elimi bir kez daha daldırdım. Üzeri
el yazısıyla yazılmış, AA isimli biri
tarafından gönderilmiş gerçek bir mektup tutuyordum elimde. Üstelik mektubu
yazan kişi zarf üzerinde kimliğini açık
etmeme gayretindeydi. Bu durum beni
iyice heyecanlandırmıştı.
BÖLÜM 3
Defne,
Telefonlarıma çıkmıyorsun, mesajlarımı cevaplamıyorsun. Ben de
kapına dayanamıyorum. Biliyorum senin o sarı inadın tuttuysa kapıyı da
açmazsın. O yüzden böyle oturup mektup yazıyorum sana. Ne günlere kaldık. Beni tanıyorsun, hiç benlik işler değil
bunlar.
Defne’cim, Sevgi bende kaldı diye trip atıyorsan ayıp ediyorsun.
Provadan çıktığı akşam karşıya geçecek vasıta bulamamış kız. Biliyorsun,
konuştuk bunu. Ayrıca o defteri çoktan kapattık biz. Sevgi’yle sadece
arkadaşız.
İlla ki mektuplaşalım dersen adresimi aşağıya yazıyorum.
Eğridut Sokak. Köşem Apartmanı. No:22 D:14 Kurtuluş
Altan
Eğridut Sokak mı?Hem de Köşem Apartmanı
ha!!! Böyle bir şey mümkün müydü? Elimde tuttuğum bu ezik satırların sahibi
karşımdaki binada oturuyor olabilir miydi
gerçekten? Bildiğim kadarıyla bir katta iki dairesi olan bir apartmandı
orası. Altan’ın bana bakan ön cephede mi
yoksa arkada mı oturduğunu öğrenmem
benim için çocuk oyunuydu. Binanın girişindeki kuru temizlemeciyi aradım.
-Sizin bu apartmandaki daire
on dört kiralıkmış da , acaba bir bilginiz var mı?
-Allah allah, Altan abinin dairesi
mi?Hiç bahsetmedi bize böyle bir şeyden. Daha bu sabah gömleklerini bıraktı
ütüye.
-(Sevgi hanım ütüleyemiyor
muymuş “arkadaşının” gömleklerini?) Bu on dört numara kaçıncı katta oluyor, ön
cepheye mi bakıyor acaba?
-Tabi tabi , caddeye bakar.
Üçüncü kat.
-Peki teşekkür ederim.
- Siz ilanı nerede
görmüştünüz?
- İyi günler.
Nedense hoşlanmamıştım ne
Altan’dan ne de Sevgi’den . Defne’nin meydanı boş bırakması Sevgi’nin işine
gelmişti anlaşılan. Bazı kadınlar böyledir. Tasmasından salınmış erkeğin
kokusunu daha adam kendisi bile ne
olduğunu anlamadan alır. Yok karşıya geçememiş de, bilmemne. Prova çıkışı
dediğine göre bu Sevgi denen hatun ya oyuncu ya şarkıcı olmalı. Ya sen kim,
karşıya geçememek kim? Sen akşam akşam Altan’ın kapısını çalarken en “ürkek
serçe” tavırlarını takınmış olabilirsin ama ben yer miyim? Yemem. Altan yemiş
midir? Seve seve.
Altan da deste deste gömlek
ütülettiğine göre , yabancı bir şirkette orta kademe yönetici filan olmalı.
Kurtuluş’ta kira başka türlü ödenmez. Şu Şişli’deki denetim firmasında da olabilir bak. Oranın
denetçileri de az artist değildir. Yarı İngilizce yarı Türkçe atarlar
havalarını. Anladın, anladın. Anlamadın, sorry.
Sen nasıl oturuyosun orada
derseniz demir tüccarı babamın ve eski Türkiye güzeli annemin sülalerinden
bahsetmem gerekir ki bence o kadar detaya lüzum yok. Hali vakti yerinde bir
aileyiz diyeyim, bunu bilin yeter. Bu
apartmanda benim oturduğumun haricinde iki dairesi daha var bizimkilerin. Alt
katta abimin kiracısı kıl bir avukat
oturuyor. Size tüm bunları anlatırken iyice kararan salonda ışıkları açmadan ,
tül perdenin ardında sokağı ve tabi ki Köşem Apartmanı’nı izliyorum. Üçüncü
katta henüz hiç bir hayat belirtisi yok. Nerdesin Altan? Sevgi’yle dışarıda yiyip öyle mi geleceksiniz? Haber
verseydin keşke. Her şey buz gibi oldu.
Yorulup televizyonun karşısındaki
L koltuğa geçtim. Uzun zamandır L’nin heryeri benim. Uzunlu kısalı oturuyorum.
Eve en son ne zaman biri gelmişti hatırlayamıyorum. Diziler arası dolaşıp aynı
anda telefona bakmaktan beynim bulanıyor. İçim geçiyor hafiften. Geçsin, karşı
koymuyorum. Saat on ikiye gelirken uyanıyorum. “Kalk, yerine yat” diyorum
kendime.
Boynum tutulmuş. Televizyonun
aydınlattığı salonda bir yandan kafamla daireler çizip bir yandan da
dolaptaki son dört sigara
böreğini yiyip yememenin bocalamasını yaşıyorum. Belki dikkatim dağılırsa
kendimi kandırabilirim umuduyla pencereye yöneldiğimde aklımda ne sigara
kalıyor ne börek .
Köşem Apartmanı’nın
üçüncü kat penceresinden esmer bir kadın bakınıyor. Kıvırcık
saçlarını tepeye mandalla toplamış. Küçük
bir yüzü var, güzel mi değil mi göremiyorum. Peki bu kadın Defne mi Sevgi mi?
Bilemiyorum. Arkadan baksırıyla geçen ayı Altan olsa gerek. Kadın bir iki
dakika sonra pencereyi kapatıyor. Perdeleri
hızla çekiyor, bir an evvel kavuşturmak istiyor sanki onları. Sonra karanlığa
gömülüyor Köşem Apartmanı. Ben de kapatıyorum televizyonu. İstiklal Marşı
söyleyip dağılıyoruz yataklara.
BÖLÜM 4
Bugün Pazar. Simit ve gazete
alıp hemen eve dönüyorum. Sokağa çıkma yasağını pandemi başından beri en ciddiye alanlardan biriyim. Neslimiz tükenmek
üzere, bize iyi davranın. “Kendine yeni kurbanlar arayan Korona virüsün yine
eli boş kaldı sayın seyirciler. Pazar günü hayalet şehire dönen Kurtuluş
sokaklarında in cin top oynuyor.” Gönül
isterdi ki böyle bir haber duyalım televizyonlarda , ama mümkün değil. Kahvaltı
sonrası gazetenin eklerinden birinde
merkür retrosuyla ilgili bir yazı
okurken dışarıdan bir ses geliyor. Daha
doğrusu bir müzik. Sanki karşı apartmandan. Elimde kahve kupamla cama
çıkıyorum. Köşem Apartmanı’nın üçüncü katında açık salon penceresinin önünde
esmer kıvırcık saçlı bir kadın saksafon çalıyor. Anlıyorum onun Sevgi olduğunu. Üstünde kendisine çok büyük gelen bir Barcelona forması. Sevgi iyi üflüyor.
Defne’nin işi zor diyorum. Altan bu defteri kapatmışa benzemiyor. Bu
defter, bu nefesi kuvetli hatun ne zaman isterse o zaman kapanır.
Sonra acayip bir şey oluyor ve
kadın beni farkediyor. “Günaydın” diye
bağırıyor sokağın öte yanından. “Rahatsız etmedim inşallah”. Kocaman
gülümsüyor. Bu insanlar bu kadar mutluluğu nereden buluyor merak ediyorum. O
kaşık kadar surata o ağız nasıl sığmış anlamıyorum. “Yoo çok güzel çalıyordunuz” diyorum. “Teşekkürler” diye yanıtlıyor .Allah
allah. Genişliğe bak. Kendime şaşıyorum. Komşuculuk yapıyoruz Sevgi hanımla resmen. “Ne oldu, sen hala karşıya geçemedin mi, bakıyorum
da adamın evine iyice çökmüşsün . Söyleyeyim de bizim şoför bıraksın seni istediğin yere.” Demiş
olmayı hayal ediyorum. (Merak edeniniz varsa evet, daha çok annemi teyzeme,
teyzemi anneme götürmeye yarayan bir şoförümüz var.)
Sevgi el sallıyor camı
kapatırken. İşin kötüsü ben de sallıyorum. Ah Defne ah! Senin için de kaliteli
bir Pazar oluyordur umarım. Bir duş alıp kendime geleyim. Sonra oturup Altan’a
güzel bir cevap yazalım.
BÖLÜM 5
Altan,
Üzülmüyorum çünkü sorun bende değil sende.Ağız kokunu ve
berbat esprilerini özleyeceğimi hiç sanmıyorum. At suratlı sevgilinle sana
mutluluklar. Kızın cebine biraz taksi parası koy da şehrin öbür yakasında gece gece birilerine sığınıp saksafon çalmak zorunda kalmasın.
Defne