Oldukça popüler bir kafe burası. Londra'nın en iyi kahvelerini içebileceğiniz yerleri gösteren haritaya şehrin güneybatısından dahil olan sayılı mekandan biri. Pazar sabahı 9'da neredeyse tüm masalar dolu. Küçük çocuklu genç anne babalar, koşudan dönen taytlı kızlar, masa arkadaşım gibi gazetesine gömülenler...
Artisan Cafe karşısında cenaze levazımatçısı ve Hint lokantası, yanında kilisenin olduğu süper merkezi bir yerde konuşlanmış durumda. Putney turistik cazibesi olan bir semt değil. Bu sebeple kafeye gelen gidenler de gayet lokal tipler. Benim için bir pazar sabahını bu kadar ilginç ve kıymetli bir gözleme dönüştüren de bu. Kendim turist değilmişim gibi konuşuyorum. Halbuki bir laf vardır; "misafir misafiri istemez, ev sahibi hiçbirini" diye.
Çiçekli gömlek kalktı. Bir baba ve 5-6 yaşlarında sapsarı saçlı kızı geldi. Kız iki eliyle tuttuğu çöreği yüzünün tamamını kirleterek yiyor. Baba kahvesini yudumluyor ve kızın kendisine getirdiği kuru yaprakları ne yapacağını düşünüyor. Kız çöreğin sadece kıtır yerlerini yiyip marmelat dolu ufak deliği minik işaret parmağıyla sondajlıyor. Çöreğin üstündeki bütün pudra şekerini yalarken kız da baba da hayatlarından oldukça memnun gözüküyorlar.
Aha! Oturduğum bankta yanımdaki yer boşaldı ve benim yaşlarımda bir kız geldi, selam verip yerleşti. O da defterini çıkarıp yazmaya başladı. Sadece sayfanın tepesine attığı tarih tanıdık geldi. Nece yazdığını çözemedim. Her neyse, yaz güzelim, açılırsın.
Günün devamında Kingston'daydım. Anlatırım sonra...