Cihangir'de Journey kafe hafta içi bir gün, öğle yemeği saatinde neredeyse tamamen doluydu.Girişteki koltuklarda yakışıklı oyuncularımızdan biri yarı uzanmış yarı oturmuş vaziyette güneş gözlüklerinin arkasında margaritasını içiyordu. Ben ise yaklaşık beş metre ötemde oturan adam alelade bir yaratıkmışcasına başımı kaldırmadan kitabımı okumaya devam ediyordum. Ne yazık ki ikinci margaritadan sonra yakışıklı oyuncu kazağını çıkardı, haliyle benim kitap da konsantrasyon da yalan oldu.İşte o andan sonra arka masamdaki iki kadını duymaya başladım. Kafa kafaya vermiş aynı laptop ekranına bakıp sıkıntılı sıkıntılı konuşuyorlardı. O olmaz, o çok uzun. Aa bak ben bunu beğeniyorum. Şunun yüzü güzel ama çok kısa. Aa bak bu aynı zamanda dansçıymış. Mahmut da klip çekicem bana iki güzel dansçı bulun diyordu... gibi cümleler kuruluyordu arkamda.Yapacakları mayo defilesine manken seçmeye çalışıyordu hatunlar.Yani hala Çağla'nın ismi geçiyordu.Pes!
Beyoğlu Tünel'de Türk-Alman Kitabevi'nin kafesinde geniş mekan, yüksek tavan, güzel müzik eşliğinde birşeyler yazarken yan masaya kısa boylu, at kuyruklu, esmer bir adam hızlı ve küçük adımlarla yaklaştı. Sırt çantasından laptopunu çıkarırken bir yandan da omuzu ve kulağı arasına sıkıştırdığı cep telefonuyla konuşmaya devam ediyordu. Tamam, ben burdayım. Gel de bir konuşalım, sen bir anlat bana durumu. Yoksa ben bu kafayla o i....ye öyle bir mail atacam ki feleğini şaşıracak. Adam o kadar sinirliydi ki, elektriği bana kadar geliyordu. ( o kurnadan bu kurnaya çirkef sıçramış / Tosun Paşa / hamam sahnesi)
Ben kahvemin yarısındayken, sinirli masa komşumun sakin arkadaşı geldi. Kirli ve soluk montunun ceplerine soktuğu ellerini dışarı çıkarmadan oturdu. Bizimki başladı. Vay efendim , emeğe saygı diye bir şey varmış. Eser sahibi kendisiymiş, niye kendisine dönülmemiş.O senaryo daha redakte olacakmış, heralde o da biliyormuş. O geri zekalı dil bilgisi hataları var diye mesaj atmış.Sakin adam eser sahibi arkadaşının ses yüksekliğini kafe ortalamasına getirmeye çalışıyordu ama işi zordu. Daha da zor olanı galiba ona senaryosunun da zaten bir şeye benzemediğini söylemekti. Acaba dedi, abicim acaba, aynı anda altı senaryo birden yazmaya çalışmasan, birine odaklansan daha mı iyi olur?
Off, ne zordur bilirim, kankaya hayatın acı gerçeklerini söylemek. Kızım o çocuk sana hayatta bakmaz diyemezsin.Tükendim senin bitmeyen işyeri dedikodularından diyemezsin. Ulan sen kim, senaristlik kim hiç diyemezsin.
Teşvikiye'de caminin arkasında 44A kafede birbirinden ilginç tabloların arasında huzur içinde kitabımı okuyup kahvesi bol lattemi yudumluyordum. Senelerdir efendiliği ve güleryüzlülüğü ile bizi önce All Sports'ta şimdi 44A'da ağırlayan Ersin sağolsun. Kahvesi bol, sütü bol, yarım, büyük... Kişiye özel haute couture latte uzmanıdır. Ben böyle kahve ve kitap keyfi yaparken, cep telefonum da az ötede deri koltuğun dibindeki prizde şarj oluyordu. İçeriye kahkahalarla gülerek ve Almanca konuşarak genç bir çift girdi. İkisi de ince ve uzundu ve daracık siyah pantolonlar giyiyorlardı. Kızda bere vardı, adamın saçları uzun, kirli sakalının gizleyemediği yüzü güzeldi. Arkalarından kısa boylu, tombul ve gözlüklü arkadaşları yetişti. Tombul, nereye oturalım dedi. Güzel surat şu koltuğa geçelim dedi. Bereli kız Almanca boş boş ve sevimli sevimli baktı.Onlarla birlikte ben de koltuğa yöneldim. Tombul üzerine oturmadan şarjdaki telefonumu almak için harekete geçtim. Güzel surat almanıza gerek yok, şöyle kenara koyun, söz veriyoruz karıştırmayız dedi.Hah, hah sevimli şey diye iç geçirdim. Efendim, bu şakacı arkadaş DJ'miş. Akşama Kadıköy'de bir mekanda çalacağı şarkıları hazırlamak üzere devasa boyuttaki kulaklıklarını taktı ve bilgisayarını kucağına alıp ayaklarını uzattı. Tombul tipin Almanca bir kitabı Türkçe'ye çevirmekte olduğunu ve bitirmesine az kaldığını da öğrendim. Bereli kız da ben kalkana kadar DJ'in ensesini okşadı.
İstanbul'un ne kafesi biter ne muhabbeti. Bilmediğimiz masalarda filtre kahveler, enginarlı tahıl salataları, unsuz browniler arasında ne işler bitiriliyor kim bilir.
İstanbul'un ne kafesi biter ne muhabbeti. Bilmediğimiz masalarda filtre kahveler, enginarlı tahıl salataları, unsuz browniler arasında ne işler bitiriliyor kim bilir.