Bu karikatürü gördüğümden beri bir şeyler yazmak istiyorum. Bölük pörçük cümlemsiler kafamda dolanıyor. İlki: Neyse işin odur düşün.
Sadece kendileriyle, nasıl göründükleriyle ilgilenenlerin önlerine çıkanlara da o daracık pencereden bakabiliyor olması... Bu köpeğin bulutları pamuk şekere, dondurmaya, yastığa, konuşma balonuna, dantel motifine, çiçeğe, böceğe, bardak altlığına, gelin başına benzetmeyip sadece ayak bileğinin çevresindeki ustalıkla tıraş edilmiş kürk parçasına benzetmesi??
Basit yaşayacaksın bu hayatı derken şair, kastettiğinin bu olmadığını düşünüyorum.
Sokak sokak, mahalle mahalle gezen, lokantaların yemek artıklarını çöpe çıkardığı saatleri kollayan, oyalanırken kitapçı ve antikacı vitrinlerinin önünde dolanan bir köpek belki bu bulutu patlamış mısıra, pideye, üzerine basılmış ciklete, tıbbi bitkiler ansiklopedisinin kapağındaki nadir bir çiçeğe, 18. Lui'nin karısına hediye ettiği küpeye, geçen yüzyıldan kalma bir hamam tasının üzerindeki kabartmaya, lokantanın çöpünü çıkaran sakallı çocuğun kolundaki dövmeye filan benzetebilirdi.
Eski iş yerimde bir kadın vardı. Kendini olduğundan farklı gösterme gayretindeydi. Halbuki olduğu hali gayet makuldü bence. Hamileydi, bebeğe battaniye ördüğünü söyleyince ne renk diye sormuştum. "Karışık" demişti, "karides kokteyl gibi". Günde üç öğün karides kokteyl yiyen bir insan imajı yaratmaya çalışıyordu belli ki. Maalesef ben o güne kadar o dediğinden hiç yememiştim, dolayısıyla dediğinden de bir bok anlamamıştım. Yani havayı da kime atacaksın, ona bir bakmak lazım.
Bulutlara dönecek olursak, ben bulut severim. Güneşi bir nebze kaparlar ve gözünüzü kısmadan karşıya bakabilirsiniz. Öyle dağlar kızı Heidi gibi yere yatıp bulut izlemişliğim, bir şeye benzetmişliğim yoktur. Bu, övünülecek bir durum değildir. Hepimiz bulutlara, uzaklara - ayak bileklerimizden çok daha uzaklara- bakmaya zaman ayırmalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder