12 Mart 2015 Perşembe

Aylak Kızın Psikolojisi


Sizce bu normal mi?
Evde çorba ,salata ve yoğurttan oluşan öğle yemeğinin ardından dışarı çıkan bir insanın yaklaşık 2 saat sonra suşi yemesi ve ondan da yaklaşık 1 saat sonra eve dönerken bira ve cips alması hatta bu satırları yazarken boş Leffe şişesine boş boş bakması normal midir? Acaba 80 kilo olmaya karar verdim de haberim mi yok? Çünkü akşam üzeri içeceğim sütlü kahvenin yanına da Oreo aldım, içimde tatlı bir telaş, bildiğiniz gibi değil.

Sanırım bu durum psikolojik. Çok değişken bir ruh haline sahibim. Örneğin suşicide otururken mutsuzluktan ölecek gibiydim. Loş  ve boş bir uzakdoğu lokantası düşünün,  penceresinden yoldan geçenlerin sadece diz altı görülen, içerde garsonların televizyon seyredip ömür tükettikleri bir gam yuvası. Benim dışımda dörtlü bir kız grubunun yayıldığı bir masa var. Kızlar enine boyuna psikanalize girişmişler. Bir tanesi dört yıllık ilişkiyi bitirmiş , şimdi eskisiyle hiç alakası olmayan bir çocukla çıkıyormuş. 
Belki de beni kulak misafiri olduğum muhabbet bu kadar üzdü. Zira düşündüm de ayrıldığı erkek , şu anki sevgilisinin işini kolaylaştırmıştı bilmeden. Eskisi tam bir mutlu aile çocuğuymuş ,ağzında gümüş kaşıkla doğanlardan. Hiç bir şey için mücadele etmediği gibi hiç bir konuda karar vermesi de gerekmemiş. Kızın dediğine bakılırsa 4 yıl boyunca  nereye gideceklerini ne yapacaklarını hep hatun kişi belirlemiş. Bunlar sudan bir sebeple ayrıldıktan bir süre sonra kızımız yeni çocukla tanışmış. Yeni herif daha çirkin, İngilizce bilmiyor ama her işini kendi yapabiliyor. Yani  sırf matkap kullanabildiği için bile kızı tavlamış olabilir. Anladığım  kadarıyla eski sevgilinin sünepeliği , çirkin ve eğitimsiz olmasına rağmen yeni sevgiliyi kızın gözünde cilalamıştı. O kızın öyle bir eski sevgilisi olmasaydı , bu -nedense maço ve kompleksli olduğunu tahmin ettiğim- yeni çocuğun  ilişki durumu nice olurdu a dostlar? 

Yani anlayacağınız üzerime vazife olmayan sebeplerle suşi boğazıma düğümlendi. Oradan çıkıp Topağacı'ndan Beşiktaş'a inerken güneş açtı, bir minik kafenin önünde beyaz ferforje sandalyeler gördüm. Beyaz ferforje sandalye kadar insanı anında mutlu eden çok az şey vardır. Hele ki çiçekli minderleri özenle bağlanmışsa. Iki saniyede neşe doldum, Ihlamur Kasrı'na gitmeye karar verdim. Yazımı orada yazacaktım ve şöyle başlayacaktım: " dallarda tomurcuklara ,kuş sesine ve utangaç gün ışığına en çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde ..." 

Kasrın Perşembe günleri kapalı olduğunu öğrenince hayata - yeniden- küstüm, güzelim cümle de elimde kalmıştı. Dalgalı ruh halim ve ben Migros poşetimizde taşıdığımız bira ,cips ve Oreo'larla evin yolunu tuttuk. 

Yazı, bira ve cips aynı anda bitti :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder