6 Nisan 2015 Pazartesi

Aylak Kızın Küçük Dünyası



Bu sabah dişlerimi solla değil de her zamankinden farklı olarak sağ elimle fırçalayayım dedim, başıma gelmeyen kalmadı. İlkin diş fırçasıyla gözümü çıkarıyordum, sonra ölçüsüz hareketlerim yüzünden ve sanırım bu sırada fırçayla küçük dilime dokunduğumdan kendi kendimi kusma noktasına getirmeyi başardım. İşlem sona erdiğinde sağ el baş parmağıma kramp girmişti ve bütün kolum ağrıyordu.  Neden girdin bu kadar maceraya derseniz, sırf şu aylak beynim azıcık zorlansın hepten de otomatik pilota bağlanmayayım diye yaptım bunu. Merak ediyorum kafamın içinde neler yaşandı ben bu tuhaflıkları tecrübe ederken. Şöyle mi diyordu beynim acaba : Alarm alarm , dişleri bir yabancı fırçalıyor olmalı. Bir insan kendi kendine bunu yapamaz!

Dürtülmüş beynim ve ben dışarı çıktık. Sokağın köşesindeki ayakkabı boyacısının Alaaddin'in Sihirli Lambası'ndaki kuntiz üvey abi Kasım olduğunu hayal ettim. Sakalları o kadar siyah ve parlaktı ki, az önce boyayıp cilalamış olabileceğini düşündüm. Adam aynı adam, köşe aynı köşeydi ama bugün romancılık oynayasım vardı. Bu oyun benim bir uydurmamdi ve  yürürken kendimi bir romanın içinde hayal etmek, gördüklerimi bir roman kahramanının ağzından  anlatmaktan ibaretti. Kendi kendine konuşmanın bir türü de denebilirdi. 

Trafik ışıklarının orada rahmetli Kemal Sunal'ın gençliğine benzeyen delikanlı duruyordu. Soluk benizli ve çok zayıfı. Olduğu yerde sallanıyor ve gülümsüyordu her zamanki gibi. Kazağını içine soktuğu  pantolonunu göğsüne kadar çekmişti. Bir filmde veya dizide mahallenin delisi varsa ,o adamlar hep böyle kendilerine büyük gelen kıyafetler giyerler ve insanı üzecek kadar güzel gülümserlerdi.  Adının Kemal olduğunu hayal ettiğim çocuk , biz akıllıların aradığı bir şeyi bulmuş da ona gülüyor gibiydi. 

Ortaköy'e doğru yürürken bir afişle karşılaştım. Hani Antep Günleri, Trabzon Günleri yaparlar, oraların az bilinen güzelliklerine dikkat çekmek, lezzetlerini hatirlatmak için. Bir yerlerde Hatay Günleri yapılıyormuş , afiş onu duyuruyordu. "Hayat Günleri" diye okudum onu. Ya da belki romancılık oyunu böyle gerektiriyordu. " Hayat Günleri" ... Hayatın unutulmaya yüz tutmuş güzelliklerini hep birlikte hatırlayalım diye. Üç kuruşa beş köfte yenen yerlerin, kırk yıl hatırı olan kahvelerin, yılanı deliğinden çıkaran tatlı dillerin sergilendiği standların arasında dolaşır not alırız. Kemal bize hiç duymadığımız o şarkıyı dinletir. 

Önümden bir Havaş otobüsü geçti. İçindekilerin hepsinin o uçaklara çok isteyerek , kalpleri kanatlanarak bineceklerini  hayal ettim. Kimse zorunluluktan, ayakları geri geri giderek , aklını ve kalbini geride bırakarak çıkmasın yolculuğa. Gidilen yer özlenilen, hayal edilen olsun. Sabahın köründe güneş doğmadan  bineyim o Havaş'a  ve  en geç 11'de Leicester Square'de olayım. 

Ortaköy'e vardığımda güneş bulutların ardına kaçmış yağmur başlamıştı. Feriye'de güzel bir film seyredecektim. Hayallerinin aşkına kavuşmayı bekleyen bir adam bize hikayesini anlatacaktı. Çıkışta pırıl pırıl bir hava ve umut dolu bir kalple yoluma devam etmeyi hayal ettim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder