Bazen hep aynı şeyleri yazıyormuşum gibime geliyor. Halbuki herkesin
başına her gün gelmeyen bir şey anlatayım istiyorum size. Aklıma seneler önce
Çorum Sungurlu’ya yaptığım kısacık seyahat geliyor. Sungurlu’da askerliğini
yapmakta olan kuzeni kardeşimle ziyarete gitmiştik. Mevsim kıştı. Geceyi otobüste
geçirip sabah karanlığında ayak bastığımız canım karasal iklim, İstanbul’un mis
gibi ılık kışını bırakıp bir yemek, bir çay ve kafası tıraşlı bir adet kuzen için
niye buralara geldiğimizi sorgulatmıştı bana. Çorum’la Sungurlu arası bir yerde
bir karakoldaydı kuzen. Karanlığa, soğuğa, askeri kıyafetlerine rağmen anladık
nöbetçinin o olduğunu. O gülüşü kim tanımaz? Kuzen İstanbul’dan kim gelse sevinecek
modda olduğu için bizim gidişimize de epey duygulandı.
Neyse işte, bir iki saat bekledik paşanın çarşı izninin
başlama saatini. Anadolu’da kış sabahı açık alanda birilerini kırk beş
dakikadan fazla beklemek, başka bambaşka bir şey. Bekleyen de beklenen de bunu
sorgulamalı bence. Bu kadar sevgiyi kaldırabilecek miyiz?
Kuzen de geldi. Otobandan sallana sallana karşıya geçtik ve
Çorum yönüne giden araçlara otostop çekmeye başladık. “Araçlar” lafı da içinde
cahil bir iyimserlik barındırıyor tabi. “lar” çoğul ekini de bol keseden
kullanabiliyoruz bazen.
Bu arada üçümüz de astronotla Eskimo arası bir kılık kıyafet
içindeyiz. Ağız burun full kapalı. Ben başımı çeviremiyorum. Sağa sola bütün gövdemle
dönüyorum. Öyle bir vaziyet. İki tane şehirler arası otobüs yanımızdan ziyuvv
gibi bir ses çıkararak geçti. Sanki içindeki herkes ip askılı atletleri ve
ellerindeki buzlu bira bardaklarıyla bize bakıp güldüler. Bilmiyorum, bana öyle geldi.
Sonra bir araç durdu. Bir tır! Tır durdu arkadaşlar! Tıra bindiniz
mi hiç? Çok zor. Bayağı bir merdiven çıkıyorsunuz. Şoföre yakın tarafa kardeşim
oturdu. Ben ondan sonra bindim. Zaten kuzenim arkadan azıcık desteklemese tırın
içine kendimi zor atardım. Kuzen de kardeşim ve benim arkamıza oturdu. Çok
acayip. Arka koltuk diye bir şey yok ama oraya bir yere oturdu ve püsküllü
saten bir perdenin arasından kafasını çıkarıp ortama dahil oldu. Yol çok uzun
değildi ama şoförün Rusya’ya mal taşıdığını, A ve B noktalarının her birinde
bir “karısı” olduğunu dinleyecek kadar vaktimiz oldu. Şoför benim erkek
olmadığımı anlamadı ve muhabbetini o rahatlıkta etti. Fotoğraflar, boncuklar,
oradan buradan sarkan süsler, yerden iki metre yukarıda yapılan bir kara
yolculuğu…
Çorum’la ilgili maalesef çok bir şey hatırlamıyorum.
Normalde bir sürü fotoğraf çekmiş olmam lazım ama eldivenlerimi hiç
çıkarmamışım tahminen. Oranın en yüksek binasının (bir oteldi, evet) tepesinde
bir lokantaya gittik. Yedik içtik. Güldük ettik.
Tam bunları yazarken kuzen aradı alakasız bir şey sordu. Ben
de ona yazmakta olduğum edebi eserden bahsettim. “Vay be on iki yıldır tıra
binmiyoruz” filan diye güldük. Biz hala bu seviyede espriler yapıp gülüyoruz işte,
yazık. Sonra kuzen biraz ciddi biraz tırsak bir tonda “yalnız benim çarşı
iznimde Sungurlu ilçe sınırlarının dışına çıkıp Çorum’a gitmem yasaktı”
dedi. Askerliğini yakmıyoruzdur inşallah
kuzen. Hanımı çocuğu evde bıraktırıp koştururlar mı seni yine yaylalar
yaylalar? Bir dahaki sefere vatani görevin maki bitki örtülü bir yerlere denk
gelir inşallah.
Bu da böyle bir anımdır. Arz ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder