Timeout London yaklaşık 2 ay önce "Londra'nın En İyi 10 Pastası" diye çok tehlikeli bir liste yayınladı. Bageriet'in prenses pastası da bu listede yerini alanlardan. Test ettim, onayladım. Evet, torpil yok. Paralel filan da değiller. Listedeki yerlerini sonuna kadar haketmişler. Taze kremasını mümkün olduğunca uzun süre yutmadan ağzımda tuttum. O kadar lezzetli ve hafif ki, pastayı yerken gözlerimi kapadım ve boyut değiştirdim. Geçen gün Budist tapınağının bahçesinde nefes egzersizi yaparken olduğu gibi. Huzura yolculuk.
***
Buraya gelmeden önce Holborn civarındaydım. Sir John Soane's Müzesi'ni gezdim. Sir John ilginç fikirli ve sanat meraklısı bir mimarmış. Evini (malikanesini) daha hayattayken müzeye çevirmiş. Oğlu da kendisi gibi mimar olmadı diye biraz bozulmuş galiba. Böyle bir adamın evi nasıl olur? Aynalar, sürme kapılar, binlerce kitapla dolu kütüphanesi olan üstüne üstlük bir de eski eser ve antika koleksiyonuna sahip bir malikaneden bahsediyoruz.
Müzeye giriş ücretsiz ve içeride her salonda sorularınızı bekleyen gayet bilgili ve saygılı görevliler var. Girişte elime bir poşet verip çantamı vesairemi içine koymamı ve telefonumu kapatmamı veya uçak moduna almamı istediler. Fotoğraf çekmeye izin verilmeyen müzeler gördüm de, uçak modu da ne oluyor diye merak ettim. Sir John evi müze olarak parlementoya teslim ederken herşeyin bıraktığı gibi kalmasını, teknolojik değişikliklerden etkilenmemesini şart koşmuş. Hakikaten adamın astığı tabloların bile yerini değiştirmemişler. Müzeyle ilgili koyduğu bu şarta duydukları saygıdan ötürü telefonları kapattırıyorlar. Aslında bir görevli şöyle dedi: Yarım saati de telefonunuzdan ayrı geçirin, müzenin tadını çıkarın. Haklıydı bir bakıma. Fotoğraf çekemeyeceğimi bilince etrafa ekstra dikkatli baktığımı farkettim. İlahi Sir John, öngörülü adammışsın.
***
Covent Garden ve Seven Dials civarında her sokağa girdim çıktım. Benim gibi peynir aşığıysanız az önce bulunduğum dükkan sizin de rüyalarınızı süsler. Neals Yard Dairy çok ama çok güzel bir yer. Peynirlerin başındaki adam İstanbul'daki havalı kahvecilerde gördüğümüz barista tiplerinden. Kısa saç, uzun bol sakal, dövme, dar ve kısa paça pantolon. Ama eleman önünde önlüğü peynir kesiyor, tattırıyor, sohbet ediyor. Kasmıyor yani.
Uygun bira ve uygun peynir seçildiğinde bira-peynir'in de mutlu bir ikili olduğundan bahsetti örneğin. Kendisi koyu renkli, karamel notalı bir birayla bir peyniri çok yakıştırıyormuş. Peynirin türünü iki kere söylettim, ikisinde de anlamadım. O yüzden size aktaramıyorum. Konu peynirse gerisi teferruattır zaten. Heh heh:) Kamyon arkası yazısı gibi oldu ama idare edin. Keep calm and eat cheese!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder