Alışverişimi nokta atışı şeklinde - kendime söz verdiğim gibi - sadece yeğenime ufak bir hediye alarak çabucak hallettim. Sonra da flatwhite kahvemi ve kekimi alarak nehir kıyısına yöneldim.
Thames'in çamurlu sularını seyretmek üzere benim gibi birçok kişi ayaklarını suya sallandırarak yerde oturuyor. Arkamızda bir yaya yolu, onun da arkasında kafeler ve lokantalar var. Oralarda nezih bir biçimde yiyip içip manzaraya bakabilirsiniz. Manzara dediğim : üzerinde ufak teknelerin gezdiği bir tembel nehir , kuğular, ördekler. Ortamdaki en yüksek sesi bu son ikisi çıkarıyor. Kafeler ise müziklerini kendileri çalıp kendileri duyuyorlar.
Ben kuğuları seyrederken kuşun biri bacağıma sıçmış. Elimdeki keki bitirip onu tuttuğum peçeteyle pantolonu sileyim dedim. Kekten peçeteye bulaşmış olan çikolatayı şuursuzca üzerime sürdüm. Kot pantolonumdaki kahveden yeşile, yeşilden sarıya renk geçişlerine - kendim yapmamışım gibi- hayretle baktım. Oturduğum yerden kalkmaya üşendim. Elimdeki boklu peçeteyi bitirdiğim kahvenin karton bardağının içine tıkıştırmak iyi bir fikirmiş gibi geldi. Ama bu işlem sırasında elime kuş kakası bulaştı. Kahve bardağının dandik plastik kapağını da yerine geri takamadım zaten. Rüzgar esti. Bardak bir yana , kapak öte yana yuvarlandı.
Bütün bunları arkamdaki restoranın beyaz örtülü masalarında oturmuş şarap içmekte olan insanlar da gördü ve hiç gülmedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder