Bir grup Alman psikolog bir çalışma yapmış. Denek grubuna çizgi film izlettirirken, grubun yarısından dudakları arasında kalem tutması istenmiş. Bu hareket yüzümüzdeki gülümseme kaslarının kasılmasını diğer bir deyişle gülümsemeyi imkansız hale getiren bir hareketmiş. Grubun diğer yarısından da tamamen ters etkiye sahip, denekleri gülümsemeye zorlayan hareket olan dişleri arasında kalem tutmaları istenmiş. Dişleri arasında kalem olanlar çizgi filmi daha komik bulmuş.Biz, yüzü duygunun yansıması olarak biliriz ama süreç tersten de işleyebiliyor.Duygu yüzde başlayabilir.
Bunu geçen sene okuduğum Blink isimli kitaptan aldım. Yaklaşık 250 sayfalık bir kitap, ama beni özellikle yukarıdaki bölüm çok etkiledi ve o dönemde görüştüğüm bir çok insana hevesle, heyecanla anlattım. Çünkü hepimiz başımız ve omuzlarımız dik yürümek için, parfüm sürmek için, dizi çıkmış eşofmanları çıkarıp evden kendimizi dışarı atmak için, yeğenlerle komik videolar çekmek için öncelikle içimizden gelmesini bekliyoruz. Bekliyoruz ki içimiz güzel enerjilerle dolsun, hayat bayram olsun.O zaman rastık çekerim, sek sek de sekerim diyoruz. Ama öyle değilmiş işte. Sen içinden gelmesini beklemeden o ruju sürecen, o kokoş şapkayı takacan. Gün içinde girdiğin bir lavabonun aynasında, bir vitrin yansımasında kendini beğenecen. İçinin mutlulukla dolup taşmasını, hayatın dört dörtlük yolunda olmasını beklemeden gülümseyecen.-Zorla da olsa- gülümseyenler hayattan daha çok keyif almış, Alman psikologlar söylüyor.
Öte yandan, bu şehrin, bu ülkenin sokaklarında hele tek başına yürürken, tanıdık tanımadık karşıdan gelen herkese gülümseyerek bakmak için yanında Alman kurdu gezdiriyor olman gerekiyor. Ben şahsen en olumlu tepkiyi yetmiş yaş üzeri teyzelerden alıyorum. Onlar da bana gülümsüyor. Teyzecim, gel şurdan sana bir de pembe ruj alalım. Genç gösterir.
Bu, “içinden gelmese de yap, kös kös oturup içinin açılmasını, tomurcuklanmasını bekleme” felsefesini tuttum ben. Ha bugün böyle diyorum, yarın depresyonun karanlık ve rutubetli koridorlarında sürünüyor olurum, o ayrı. Aleme verir talkımı, kendi yutar salkımı.
Ben de gittim, 41. yaşını kutlayan kankaya ödev verdim. Haftada en az bir kere rujlu foto gönderecek. Foto kesinlikle evde çekilmiş olmuycek. İş, güç, çoluk, çocuk, gelir, gider diye diye hatun kendini unuttu. Ruj sürerek mi kendini bulacak? Burdaki esas konu, içinden gelmesini beklemeden zorla da olsa sürsün o ruju. Belki hoşuna gider haftada bir değil iki kere sürer. Saçını değişik toplar, küpe takar. Ofiste biri iltifat eder... Daha önce söylemiştim galiba, - zorla da olsa- gülümseyenler hayattan daha çok keyif almış, Alman psikologlar söylüyor.
Kız arkadaşların böyle destekleyici, şımartıcı , gerektiğinde uyarıcı, hizaya getirici tarafları var. Olmalı. En son buluşmamızda günlük hayatın bitmeyen ağlanmalarına yenik düşmedik ve zamanımızı birbirimize iltifat ederek geçirdik. “Sen falancanın partisinde saçını şöyle yapmıştın harika olmuştu, sen hiç kambur durmuyorsun, kuğu gibisin, sen kafaya koyduğunu yapıyorsun , sen yeni tanıştığın insanlarla kolaylıkla sohbet edebiliyorsun, sana kırmızı çok yakışıyor, sen çok komiksin, sana gülmek çok yakışıyor, vs, vs...”
İyi ki Alman bilim adamları var, iyi ki birileri böyle şeyleri biz normal insanların okuyacağı kitaplarda anlatıyor. İçimden geldi, öpüyorum hepinizi!
Ben de seni öptüm :)
YanıtlaSilBir şeyi kırk kere söylersen olur diye de boşuna dememiş atalarımız. Kültürümüzde de var. Sizden öğrenecek değiliz ey Alman bilim insanları ;)
YanıtlaSilRasim
Bayıldımmm bu yazıya, ben de kendime söz verdim iş ceketimin bir cebine bir ruj koydum tuvalete girip çıktıkça sürüyorum valla iyi geldi bana 😊
YanıtlaSil