Bu sabah, yazmak için olabilecek en konforlu ortamı yarattım kendime.Her kapı açılışında iyice soğuyan kafe köşelerinden değil, pofidik terliklerimin ve polar eşofmanlarımın içinden, evden sesleniyorum size. Dört saattir bilgisayar başındayım, adı ilham olan arkadaş ne geldi, ne aradı. İstesem takip ettiğim gazete ve dergilerden -The Newyorker olsun, Readers Digest olsun - bulurum bir life style yazısı, tercüme eder, belki başlığını değiştirir, biraz kırpar, derli toplu bir blog yazısı haline getirebilirim. Öyle yapmadım. Onun yerine kalbim kadar temiz bu sayfayı açtım ve yazmaya başladım. İlham çalışanlara gelirmiş ya, onu test etmiş olacağız hep birlikte.
Aklım saçma sapan birbirinden alakasız konular arasında, tansiyonu düşmüş tavuk gibi dolanıyor. Belki ondan çıkmıyordur yazı.
Mesela, bir işe girmeyip zamanımı bu şekilde geçirdiğim için 50 yaşıma geldiğimde kendime kızacak mıyım acaba? Bu soru zihnimi çok meşgul ediyor. Aile büyüklerim ve hatta bazı yaşıtlarım Seksenler dizisindeki anne gibi, sigorta , maaş diyor, emeklilik vesaire diyor. Bazıları açık bir şekilde, bazıları ima yolunu seçerek bunu yapıyor. Yaş yükseldikçe daha “dolaysız” olduklarını söyleyebilirim. Aynı okullardan aynı senelerde mezun olmuş arkadaşlarınızla uzun bir aradan sonra bir araya geldiğinizde “çalışmıyor” olduğunuzu öğrendiklerinde anlamaya çalışıyor, şaşkınlıklarını gizlemek için ekstra neşeli bir sesle “ ohh, en güzeli, bizim de oğlanın okul taksidi olmasa, valla ben de tükendim artık...” gibisinden cümleler kuruyorlar. Ama ben biliyorum ki onlar, okul taksidi, ev kredisi, borcu, harcı da olmasa çalışırlar. Normal insanlar böyledir. Müdür olmak için, araba için, cep telefonu için, özel sağlık sigortası için , daha yüksek maaş ve rütbe için , daha fazla kişinin üstünde olmak için çalışırlar. Yurt dışındaki eğitime kendisi gönderilmedi diye, yazılan e-mail’de kendisine cc yapılmadı diye yemeden içmeden kesilirler. Bahsettiğim bu insanlar arasında kardeşlerim, kuzenlerim, çok yakın arkadaşlarım var. Bu kişilerin doğru olanı yaptığını düşünüyorum. Böyle düşünüyorum çünkü herkes bu şekilde yaşadığına göre normali budur.
Sorun, benim fıtratımda “kariyer” veya “kariyer planlama” nın olmayışı.İş hayatımın hiç bir evresinde bana verilmeyen bir payeyle ilgili hırsım olmadı. Aksine arkamdan ittirilerek bir yerlere getirildim. Sekiz yıldır çalıştığım firmadan yaklaşık yedi ay önce ayrıldım. Kurumsal hayata , hiç bir zaman aidiyet hissetmediğim “iş” dünyasına geri dönmek fikri ne kadar karnımı ağrıtıyorsa başta sorduğum soru da o derece uykularımı bölüyor : bir işe girmeyip zamanımı bu şekilde geçirdiğim için 50 yaşıma geldiğimde kendime kızacak mıyım acaba?
İçinizi karartmak istemem ama gün nerdeyse bitti, çay soğudu, ilham da gelmedi. Şöyle bitirelim o zaman. (alıntı)
Ben bu dünyaya bir türlü alışamadım
Bu yüzden insan içine karışamadım
Bana mı sordunuz adımı koyarken
Bir küstüm bir daha barışamadım
Bu yüzden insan içine karışamadım
Bana mı sordunuz adımı koyarken
Bir küstüm bir daha barışamadım
50 yaşına gelince kendini 30 yaşında hissedeceksin. "Oh ne iyi yapmışım" diyeceksin.
YanıtlaSil