9 Şubat 2022 Çarşamba

Galataport

 

Galataport Kahve Dünyası’nın balkonundan merhaba. Topkapı Sarayı ve Ayasofya elimi uzatsam dokunabileceğim mesafede sanki. Parçalı bulutlu bir gökyüzü. Güneş bulduğu aralıklardan gönderiyor demet demet ışığını. Yine martı bağrışmaları ama beraberinde o çığlıklara çok yakışan vapur düdükleri. Boğazın şu an yeşile bakan gri sularının kıyıya çarparken çıkardığı ses. İncecik bir gümüş tel gibi parlayan ufuk çizgisi. Kadıköy tarafında uzun boyunlarını havaya kaldırmış, kuvvetli bacaklarının üzerinde dikilen heybetli vinçler. Ve yaşasın! Üzerimizdeki bulutların iki yana açılmasıyla bir anda bizi her yanımızdan kucaklayan güneş. Uysal dalgacıkların bir dansözün simli kolları gibi ahenkle alçalıp yükselmesi. Suyun kıvrılıp bükülmesi. Bir prensesin ipek yorganının altında sağından soluna dönmesi. İnsanı hipnotize eden bir devinim.

Muhteşem bir an. Bütün yazarların, eli kalem tutanların olmak isteyeceği bir masadayım. Şükür doluyum. Hakkını verememek endişesi hep var. Burada oturan bir Seray Şahiner, bir Orhan Pamuk, Haldun Taner, Sabahattin Ali, ne bileyim bir Selçuk Altun  olsaydı kim bilir neler yazar nasıl anlatırdı. Az önce gördüğüm tipsiz sokak kedisinin kuşların peşinde sarf ettiği beyhude çabayı bile koyarlardı satırlarının arasına. Yine güneş gösterdi yüzünü. Milyon tane küçük  ayna serpildi sanki suya.

Sağımdaki solumdaki masalara insanlar yerleşmeye başladı. Birine Amerikalı bir arkadaşlarını getirdi iki Türk. Fotoğraflar çektiler şevkle, gururla. Öbürüne bir kız oturdu. Dert küpü. Telefonda birilerine birilerini şikayet ediyor. Burnunu çekip duruyor. Sigarasını çakmağını çıkardı. Telefondakine laf yetiştirmeye ara verebilirse yakacak da tüttürecek. Hasta, asabi ve nikotin bağımlısı bu kız beni geriyor. Canım sıkıldı. Bu sümüklü sünepe şey nasıl da keyfimin içine ediyor. Kahvesi küçük boy. Dilerim bitirince defolur gider. Vazgeçtim gitmesini beklemekten. Koskoca terasta mecbur değilim onun muşmula yüzüne, burun çekiş sesine ve sigara dumanına.

Masa değiştirdim. Şimdi Çamlıca Kulesi’ne ve Boğaz Köprüsü’ne bakıyorum. Kuleyi görmek beni neşelendirmiyor. Ev aklıma geliyor. Güneş Çamlıca Kulesi’nin eteklerindeki bir bina yığınına vuruyor. Oradaki sokak aralarında oynayan çocukların sırtları ısınıyordur belki. Belki bir kadın cam siliyordur. Evin beyi  kimsenin geçmediği sokağı seyrediyordur balkondan.

Sümüklü muşmula mekanı terk etti. Benim de kahvem biteli çok oldu. Suyumu tüketiyorum yavaş yavaş. Serinledi birden hava. Sokakta oynayan çocuklar üşüyecek. Bir yük gemisi geçiyor açıktan, rengi gül kurusu. Belli ki gençliğinde kıpkırmızıydı. O kadar yük o kadar yol kimi soldurmaz ki? Kalkmaya karar verdim. Bir dahaki sefere daha erken gelmeye çalışacağım. Martıları, vapur düdüklerini ve dalgaları daha çok dinlemek için.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder