Ütü masasını camın dibine yanaştırdım. Tül perdeyi açtım. Yağmur yağıyor. İnce ince ama ısrarlı bir şekilde. Niyetim üç beş satır bir şeyler yazmak. Odamın kapısını da kapadım ama salondaki televizyonu da annemin telefon konuşmalarını da gayet net duyuyorum. Müzik açıp kulaklık takmayı düşünüyorum ama bunu daha önce bir kaç kez denediğimde şöyle bir şey olmuştu: Dinlediğim müzik beni yönlendirmişti. Klasik müzik, Bach filan dinlerken Jane Austen, klasik Türk müziği kulağımdayken Reşat Nuri Güntekin taklidi yapıyordum. "Çok bedbahtım, malumatım yok" gibi laflar edesim geliyordu. Jazz dinlersem de kendimi kafede sanıp çayın kahvenin derdine düşüyordum. "Ne içsem... Evde süt var mıydı?" derken yine muhteşem bir edebi eser ortaya koymaktan uzaklaşıyordum. İşte tüm bunları düşünüp üç saatlik bir yağmur sesi kaydı taktım kulağıma. Yağmur yağıyor şimdi gözlerime, kulaklarıma, defterimin sayfalarına. Alışık değilim gün ortasında annemi mutfakta çalışırken bırakıp odaya kapanmaya. Yazarlık taklidi yapıp, yazarcılık oynayıp işten güçten kaytarıyorum adeta.
İki martı geldi kondu şimdi karşı çatıya. Bir hikaye yazmam lazım. Karakteriniz bir hayvana benzesin dedi hoca. Benimki martı olacak sanki. Her türlü pisliğe girip çıkıp bembeyaz kalmayı başaran, yaşlansa da genç görünen, saçlarını hep geriye tarayan, konuşurken gülerken sesinin tonunu ayarlayamayan biri. Bir adam veya bir kadın... Annecim sık dişini, kızın yağmur dinleyip martı izliyor. Hakkımızda hayırlısı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder