28 Aralık 2014 Pazar

Kahve Festivali'nin Ardindan


25- 28 Aralik tarihleri arasinda Galata Rum Okulu'nda cok cok keyifli bir etkinlik vardi. Sloganlarindan biri de "keyiflen Istanbul" du. Digeriyse " Sehirde Kahve Kokusu Var"

Tahmin etmissinizdir belki, Istanbul Kahve Festivali'ne gittim. Olmus bitmis bir seyi bize neden anlatiyorsun, oncesinde ya da en azindan olay hala aktifken yazsaydin bu yaziyi diyor musunuz siz de? Haklisiniz, ama seneye yapilacak kahve festivaline mutlaka gidin. Heh heh : )
 

Mekan secimi cok  basariliydi, ulasim cok kolaydi. Tramvay Tophane duragina yurume mesafesinde. Benim okudugum lise gibi  tarihi bir bina. Yuksek tavanlar, mermer merdivenler, ahsap trabzanlar.

Acikcasi binanin giris katinda CHP'li teyzelerin yaptigi kermeslerden hallice bir  duzenlemeyle karsilasacagimi hayal ederken , katilimci firma sayisinin 60 oldugunu ogrenerek sasirdim. Binanin dort kati ve teras kahve isgalindeydi. 

Cafe Nero, Starbucks, Kahve Dunyasi, Roberts Coffee  gibi bildik zincir kahveciler de vardi. Kronotrop, MOC, The Cup 3rd Wave, Brew Lab, Old Java, Coffee Nutz gibi  daha butik olanlar da.
Ornegin, sifon kahve diye birsey hic bir yerde bilinmiyorken Heirloom'da ilk kez ictigimi ve gordugum alet edevatin beni ITU'deki laboratuar anilarima goturup tuylerimi diken diken edisini animsadim. Heirloom'un festivali atlamamis olmasina sevindim.
Old Java'nin baristasi  sayesinde ise ilk "isli" kahvemi ictim. Bir kursun kalemin arkasindaki silginin yarisi buyuklugunde bir mese agaci kabugu parcasini ozel bir aletin icinde yakip, onun o nefis kokulu dumanini demlenmekte olan kahveden gecirdi arkadas. Bunu sevebilmeniz icin isli peynir veya fume et dendiginde agzi sulanan bir insan olmaniz lazim. Ben onlardan biriyim.
MOC'un sahibiyle yaptigimiz sohbette her zamanki  sizlanisimizi yineledik ve kafede yer bulamamakan sikayet ettik. Nisantasi'ndaki kafenin kapasitesini arttirmaya yonelik bir takim planlari oldugunu soylemekle beraber asil bombayi patlatti: Taksim'de Haberturk binasina yakin bir yerlerde Istanbul'un ikinci MOC'unu acacaklar. Bu guzel bir haber. 
Coffee Nutz'in fici kahvesi de en az isli kahve  kadar merak uyandiriyordu. Goruntu itibariyle Guiness birayi andiriyordu ve Guiness bardagina cok benzer bir bardakta sunuyorlardi  "Nitro Cold Brew" isimli soguk kahvelerini. Ben begenmedim.
Oreo standinin onunden her gecisimde yedigim Oreo'larin ve ayni sekilde goturdugum minik Tobleron'larin, Sahi'nin lokumlarinin haddi hesabi belli degil.
Aroma Egitimi, Turk Kahvesi Pisirme Yontemleri gibi birer saatlik workshoplar, Kahve Tutkusu, Kahve Uzerine Sohbetler gibi seminerler de vardi. Ama ben  elimde kahvemle sahnedeki Uninvited Jazz Band'i izlemeyi tercih ettim. Bu gruubu takip etmenizi oneririm. Cok cok eglenceliler.

 

Dort gun icinde toplam 14000 kisinin festivali ziyaret ettigini ogrendim.

Demek ki  halkimiz  kirk yil hatiri olacak kahvenin pesinde.  

Seneye siz de bu kervana katılın.

23 Aralık 2014 Salı

Aylak Kızın Günlüğü / Taksim / İşte Benim Zeki Müren



Benim gibi aylaksan ve Istanbul aşığıysan selam sana! 

Öğlen saat bir bucukta Taksim'de olursan iyi olur. Çalışan insanlar öğle yemegi arasindayken ayak altinda olmaman her iki tarafin da menfaatine. 
Allahim ne kadar fakirim dedigin bir gunundeysen Bambi'de karnini guzelce doyur. Benim favorim dilli kasarli tost ve yaninda portakal–elma–havuc  taze sikma meyve suyu.
Hic de oyle bufe koselerinde surunemem modundaysan  gidecegin yer The Marmara'nin altindaki Kitchenette. Minestrone corbasi  guzel.
Amaaan 3 gunluk dunya, yasasin yemek yemeeek diyerek ve evdeki pantolonlara sigamadigini bile bile araniyorsan: Talimhane tarafinda Kosebasi veya Udonia. Kosebasi'nda saslik kebabi, digerinde sushi forever.

Karnin doyduysa artik bir zahmet Galatasaray Lisesi'nin oraya kadar yuru. Yapi Kredi Yayinlari binasinda  İşte Benim Zeki Müren Sergisi var. Ziyaretçi sayisi rekora gidiyormus, giris ucreti olmadigindan mi acaba? Sen buna takilma, sırf  üşüdüğü için girenleri, selfie manyagi herseye gulen varos ergenlerini de yok farzet. Ne yap et, şu sergiyi adam gibi gez mutlaka. Yogun talepten dolayi suresi 31 Ocak'a kadar  uzatilmis. Zeki Müren gibi egzantrik  bir sanatciyi  bizimki gibi muhafazakar bir halk kitlesinin neden ve nasil bagrina bastigina dair gizli kodlar bu sergide. 
Izmir Fuari'nda cikarken alt kadrosunda Baris Manco ve Nilufer'in oldugu, kıyafetlerine Erguvanlarin Aski –Gun Isirken gibi isimler veren, dogumgununu evinde Ajda Pekkan ve Neriman Koksal ile kutlayan, Beyoglu'nda actigi  tuhafiye dukkanini birkac ayda batiran, Hela İbriği diye şiir yazan bir sanat gunesi...

 

Sergiyi  hakkini vererek, fotograflarin metinlerini de okuyarak gezdiysen bir miktar fiziksel yorgunluk ve kalabaliklarin icinde dibine kadar yalniz Zeki Muren'in psikolojik agirligi ile  cikacaksin o binadan.
Hemen saga don ve Ara Cafe'ye git. Cay cok guzel, tatliyi abartmayayim diyorsan kurabiye tabagi al. Zencefilli olanlar harika. 






Sergi giris ucreti yoktu, yemege ve ivir zivira yaptigin harcamalarin vicdan ve cuzdan muhasebesini yapa yapa eve gidersin artik.
 
Amaaan, sefan olsun. Yarin da Sirkeci'ye mi gitsek  : )

14 Aralık 2014 Pazar

Americano Muhasebesi


Sağda solda menüye bakmaya üşendiğimde, sıcak ve kuru bir ortamda dergi karıştırmanın bedeli olarak mekan sahibinin de dükkan kirası ve doğal gaz faturasına katkıda bulunmak maksadıyla otomatikman ısmarladığım içecek : Americano

Nedir bu içtiğim şey dedim, internetten araştırdım. Wikipedia sağolsun, genel kültürümün az sütlü bol köpüklü ufuklarını ona borçluyum.
 

Efenim, Americano espressolu bir kahve içeceğidir diyor. Normal hazırlanmış olan espressoya sadece sıcak su ilave edilerek yapılırmış. Demek ki olay espressoda. Espressoya su katınca Americano oluyor.Usenmeyip espressonun nasıl hazırlandığına da baktım. Sevgili çok bilmiş Wiki şöyle tarif etmiş:

Koyu kavrulmuş, yeteri kadar ince çekilmiş kahveyi  Espresso makinesinin kahve haznesine koy, (tek bir ölçü için yaklaşık 7 gr.) sıkıştırılmış kahveden basınçlı sıcak suyu geçir. 30 ml'lik sıcak su  yaklaşık 25-30 saniye içinde fincana boşaldığında espresso hazır.

Americano'nun sertliğini üç faktör belirliyor: Americano’nun içindeki espresso miktarı, espressodaki kahve miktarı ve eklenen sıcak suyun miktarı. Damak tadına göre bu faktörlerin kombinasyonu değişiyor.

Diğer bir deyişle bir fincan Americano = bir espresso + alabildiği kadar su

Espresso dediğin 30 ml’lik bir içecek, onun içindeki kahve miktarı yaklaşık 7 gr.

İçtiğim Americano’nun bedeli olarak ödediğim parayla bazen cafe’nin kirasını  veya elektrik su faturasını fazlasıyla üstlenmişim duygusuna kapılıyorum. Ama bir yandan da şöyle bir gerçek var :

Geçmiş senelerde bir yazı okumuştum. “30 TL’ye bir fincan kahve satan adam şöyle diyordu : Evet, sattığım kahvenin değeri 5 TL. Ben bu kahveyi 5 TL’ye satarsam mekanıma 6 kişi gelir ve ben bu parayı kazanırım. Ama şimdi bir kahveye 30 TL vermeyi göze alan sadece 1 kişi geliyor ve diğer gelemeyenlerin parasını da o ödemiş oluyor.”

Kodaman amca verdiği  30 TL’nin fincanındaki 7 gram kahvenin bedeli olmadığının farkında. O 30 TL, bulunduğu mekanda kendi ayarında insanlarla çevrili olmanın yaşattığı güven, aidiyet duygusu ve rahatlık için ödediği küçük bir meblağ.

Mekanlarda americano kahve fiyatları :

Brot Cafe ( Besiktas) 
 5.00
Cafe Nero 
 5.50
Cakehouse ( Besiktas) 
 6.00
Cold Stone ( Akasya) 
 6.00
Starbucks 
 6.00
Geyik Cafe (Cihangir) 
 6.00
Mambochino ( Beşiktas) 
 6.50
Espressamente (Kanyon) 
 6.50
Le Pain Quotidien 
 7.00
CoffeeCo NY (Beşiktaş) 
 7.00
Cup 3rd Wave (Beşiktaş) 
 7.50
All Sports Cafe 
 7.75
Aşşk Cafe (Kuruçeşme) 
 8.00
Midpoint 
 8.00
Sir Winston  ( Beşiktas) 
 8.00
The Beyond (Akasya) 
 8.00
Minoa (Maçka) 
 8.00
Eataly 
 9.00

 

 

En  ucuz Americano Brot Cafe’de. Fakat Brot Cafe evimizin hemen karşısı.Ben kahvemi yudumlayıp kitabımı okurken , karşı camdan  annemin silkelediği  paspas dikkatimi ve keyfimi kaçırabilir.

 

Yani, yapmam gereken seçim aslında şu :

Ucuz Americano ve  anne paspası mı? Aşşk Cafe’de Boğaz ve Kuleli manzarası mı?

 

2 Ekim 2014 Perşembe

Hatira Defteri



Londra'dan London Walks'un gunubirlik turuyla  Oxford'a gittim. London Walks yillardir sehir icinde ve disinda cok eglenceli geziler yapan bir tur sirketi. Onceden arayip rezervasyon yaptirmiyor veya para odemiyorsunuz. Katilmak istediginiz geziyi belirledikten sonra tek yapmaniz gereken o turun baslangic saatinde baslangic noktasinda olmaniz. London Walks ile daha onceki Londra tatillerimde iki sehir ici tura katilmistim. Birinde az bilinen bir bolgede fotograf cekmistik, digerindeyse rehber esliginde British Museum'u gezmistik.
Bu sefer London Walks'un kirmizi sapkali rehberiyle Paddington tren istasyonunda Oxford'a gitmek uzere  bulustum. 42 kisilik tonton bir gruptuk. 

Trende yanima oturan Anne 74 yasindaydi. Kot pantolon ve spor ayakkabi giymisti, uzerinde kalin orme bir hirka vardi. Gri saclari kisacik kesilmisti. Hafif kamburdu. Oglu ve geliniyle  gezmeye geldikleri Londra'da ucuncu gunleriydi. Gelini ellili yaslarinda, cocuk kitaplari yazan, gercek olamayacak kadar fazla pozitif bir sevgi kelebegiydi. Bu kadar da yedi yirmi dort agzi kulaklarinda gezen insanlari sorgulamis ve kalbi buz tutmus bir insan olarak samimiyetsiz olduklarina kanaat etmisimdir.

Anne'e donecek olursak, yanima oturdugunda soyle dusunuyordum;Istanbul'dan geldigimi soylerim, bogaz ve Ayasofya uzerinden tren yolculugumuzu sessizlikten kurtaririz. Ama Anne beni sasirtti. Yirmi bes yil once mimar olan erkek kardesi  Istanbul'da calisirken onu ziyarete geldigini soyledi. Yirmi bes sene once Bebek Otel'de kaldigini, Pier Loti'de nasil keyif yaptigini anlatti. Izmir'e gidisinden, Izmir'in ne kadar guzel bir sehir oldugundan bahsetti. Oradan araba kiralayarak Efes'e ve Bodrum'a gittiklerini anlatti. Yirmi bes sene onceki Bebek, Izmir ve Bodrum'u dusunebiliyor musunuz!
Kadin bir anda gozumde hikaye dolu bir sandiga donustu. Ama Anne soguk Londra sabahindan sicacik trene binince gevsedi sanirim. Ah be teyze, uyumayaydin iyiydi. Fragmani verdin, filmi gostermedin.

Tren yolcugumuzun kalan kisminda  unutmayi dusundum. Acilari, hayal kirikliklarini, kayiplari unutabildigimiz icin hayata devam edebiliyoruz belki ama ya guzel hatiralar...Gezdigim saraylarin, parklarin isimlerini not edebilirim. Yuzlerce fotograf cekebilirim. Ama gezerkenki ruh halimi de hatirlayabilmek mumkun olacak mi. Keske onu da kutulayip saklayabilecek bir imkan olsa. Arada kapagini acsam ve o ozgur, merakli kiz olabilsem. Hic ummadigim bir yerde karsima cikan nehire sasirdigim ve sevindigim ana donebilsem. Gunesli bir meydanda merdivenlerde sarap icerkenki umursamazligimi bulabilsem o kutuda. O kahvenin damagimdaki tadini, bahceye gelen tilkinin gozlerini, yanlis tarafa yuruyup cok dogru bir yere gelmenin keyifli gururunu...Bunlari hic unutmasam...

20 Eylül 2014 Cumartesi

Flat White

Allah biliyor ya hayatimda ilk Flat White'i Agustos'ta Birlesik Kralliga yaptigim bu seyahat sirasinda ictim. Bagimlisi oldugum bu kahve tipi Avustralya'da 80li yillarda ortaya cikmis. Latte'ye benzetenler de var ama Flat White'ta kahvenin sute orani cok daha yuksek. Double shot espressonun ustunu yumusacik kadife gibi buharla kopurtulmus az miktarda sutun incecik kapladigini dusunun. Hah iste FW boyle bir sey. Yani ictiginizde damaginizda ve dimaginizda kahve hatirasi kaliyor, sut degil. 

Londra tatilimin ikinci gunu bastan sona ruya gibiydi. Evini, ailesini, gardolabini ve hepsinden onemlisi kalbinin en mustesna kosesini bana acan canim arkadasim Bitter ile sabahtan ciktik yola. Waterloo Koprusu'nde yururken cocuklar gibi sendik.

 Royal Academy of Arts'a gittik ve Summer 2014 sergisini gezdik. RA cok buyuk cok etkileyici bir yapi. Sergi de oyleydi. Insanin gittigi gordugu sanat eserlerini anlatamamasi cok feci. Tablolarin onunde dakikalarca durdum, hayal kurdum, hislendim. Fakat ne diyeyim simdi ben size, o tablodaki sari ucgen bana cocukken gittigimiz Erdek tatilindeki motelin yirtik perdesinden gozume gelen sabah gunesini hatirlatti mi diyeyim. Yok, demiyeyim.

 Royal Academy'den sonra Bitter'in sevgili kocasi Ingiliz centilmeni arkadasimizin da ogle yemegi arasina cikmasini firsat bilerek hep beraber sushiciye gittik Mideye indirdiklerimizin bos tabaklari onumuzde ustuste dag gibi birikirken bizim gozumuz hala donen bantin uzerinde bize dogru nazli nazli gelen roll'lardaydi. Havaalaninda bavul beklemek kadar heyecanli idi. Klu Klu sushide o kadar cok yedim ki cikarken bizzat kendim bir bavul gibiydim ve keske tekerleklerim olsaydi.

Yemegi abartmis olmanin pismanligini bastirmak icin en kisa zamanda cok guzel bir kahve icmemiz gerekiyordu. Londra'ya gitmeden once Timeout London'u incelerken gormustum Timberyard'i. Bitter beni icecegim ilk Flat White icin Timberyard'in kapisindan iceri sokunca Bitter'e, kendime ve Timeout'a aferin dedim icimden. Cam kenarinda oturup gelene gecene durana, kadinlara, erkeklere baktik. Biz oturduk, kahvemizi ictik ve onumuzden hayat akti. Yanlisim var. Biz hayattik. En cok da yasadigimi hissettigim ve buna sevindigim anlardan biriydi. Londra havasi, tatil kafasi...
 Ne koyuyorlar bu Flat White'in icine, insani boyle konusturuyor.

18 Eylül 2014 Perşembe

Cafe Francais

Istiklal Caddesi'ne adim atar atmaz saginizda bulacaginiz Fransiz Kultur Merkezi'nin icinde yer aliyor Cafe Francais. Genis guvenlik onlemlerini asarken acele etmeyiniz zira iceriye teker teker giriliyor. Avluya ulastiginiz anda ortam soku yasiyorsunuz. Heralde o dandik soz oyununun tam zamani: az once icinden ciktiginiz Taksim kaosuna harbiden Fransiz kaliyorsunuz. Huzurlu bir avluyu cevreleyen klasik bir yapi, agaclar, ufak masalar.Iddiasiz bir gorunumun altinda Taksim colunun az bilinen bir vahasi gizli. Menu oldukca zengin. Salatalar, etli ve tavuklu ana yemekler, tatlilar ve kahve. Ayrica bir de gunun monusu diye bir olay var, ornegin benim gittigim gun mantarli corba+ korili eriste+ biberli tavuktan olusan monuyu 15 TL'ye veriyorlardi. Ben corba istemeyip onun yerine salata ile oyuncu degisikligi talep ettim ona da "oui" ( evet) dediler. Yemek uzerine ictigim kahveden de cok cok memnun kaldim. Alakasiz not:Ya kahve ne guzel bir sey degil mi, keske gunde 10 kere icebilsek ve dokunmasa. Neyse, demem odur ki oyle sakin ve zarif bir yer ki yediginizin ictiginizin tadina variyorsunuz. Cafe Francais'e giderseniz ve vaktiniz varsa Fransiz Kultur Merkezi'nde sergi olup olmadigini da bir kontrol etmenizi tavsiye ederim. Ornegin ben Selcuk Demirel'e ait nefis bir sergi gezdim. Maddi ve manevi doyurulmus olarak ayrildim mekandan. Au revoir!

4 Eylül 2014 Perşembe

Kahve Dünyası / Piccadilly / Londra

Piccadilly Londra’nın en işlek, en turistik merkezlerinden biri. Kahve Dünyası’nın ordaki şubesi de olabildiğince büyük. Çok ferah bir mekan. Çeşit çeşit tatlı ve çikolatanın olduğu camekanlı dolapları göz dolduruyor, ağız sulandırıyor. Çalışanların nerdeyse tamamı Türk. İşin ilginci benim orada bulunduğum süre boyunca gözlemlediğim; gelenlerin de çoğunluğunun öyle olması. Gelen Türkler arasında benim gibi turist boyutunda olup da merakından orda olanlar olduğu gibi, Londra’da yaşamakta olan Türkler de var. Kimin lokal, kimin gezgin olduğu hemen anlaşılıyor hiç merak etmeyin. Turist Türkler’in elinde genelde herhangi bir müze mağazasına ait kağıt çanta oluyor. / Evet, benim de vardı. Fotoğraf çekiyorlar. / Aynen. Kafeyi devralacakmışcasına sağına soluna, vitrinine, tabelasına, tavanına, koltuğuna uzun uzun bakıyorlar. / Tam değil ama, sayılır, bu da ben... Londra’nın yerlisi Türk kızları ise kafeye kolkola geldiler. Başka da kolkola gezen kız görmedim on beş gün boyunca. Biri kasadaki çocukla konuşurken diğeri, arkadaşının kolundan çıkmamış vaziyette öteki eliyle saçıyla oynadı ve hatta bir süre sonra bir tutam saçını ağzına aldı. Yolda işeyen, kendi kendine konuşan, koli içinde yaşayan değişik modellerde evsiz ve/veya deli gördüm ama saçını ağzına alan ilk kez... Malesef çalışanlar suratsız ve yavaştı. Ben herkesle ısrarla İngilizce konuştum ama heralde anlamışlardır İngiliz olmadığımı. Yazıldığı gibi söylenmiyor ya bu gavur dilinde her şey. Bizim de dilimiz yeterince dönmüyor bu yaştan sonra. İstanbul’da yanında alternatif mekan varsa tercihimi Kahve Dünyası’ndan yana kullanmayan bir tipim. Buraya da merakımdan gittim. Gördüm. Milliyetçilik damarımı kabartıp da nasıl olsa bir kahve içeceğiz, gideyim de hemşerim kazansın kafasında değilim. Aynı kahveyi daha güleryüzle, daha sıcak ve daha çabuk kim servis ederse ona giderim.Nokta.

3 Eylül 2014 Çarşamba

Londra tatili genel izlenimleri

Londra...On beş günlük inanılmaz güzellikteki tatilimin hem huzur hem enerji dolu mekanı. Gezmek ne güzel bir şey. Kafayı sıfırlamak. Haritaların, tren otobüs tarifelerinin arasında zevkle kaybolmak. Kesip sakladığın bir gazete yazısındaki sanat galerisini ararken yanlış köşeyi dönüp nefis bir kahveci bulmak. Bugün yemek ve içmek konusunda abartmayacağım dediğin gün Thames kıyısında ayaklarını sallandırarak yorgunluk birası çakmak. Islık çalarak, şarkı söyleyerek, gülümseyerek, ilk defa gördüğün insanlarla selamlaşarak yürümek... En çok aklımda kalan noktalardan biri, kızların kıyafetlerinde ve oturup kalkmalarındaki rahatlık.Oram açıldı, buram görüldü diye kasmadan istediği gibi giyinen birbirinden güzel hatunlar. Onlar metroya bindiğinde veya bulunduğum mekana girdiğinde ortamdaki erkekleri göz hapsine aldım sık sık. Bir keresinde bile yan bakan, salak salak sırıtan olmadı. Bir başka konu da yaşı hayli ileri pek çok teyzenin ve amcanın günlük yaşamın içinde bol bol karşıma çıkmasıydı. Sergi gezerken, çarşı pazar dolaşırken, otobüste, metroda, markette, parkta hep varlardı. Bazıları yürüteçlerle, büyük çoğunluğu ağır ağır yürüyordu. Hareketleri, algıları yavaştı. Ama kimse bundan dolayı onları azarlamıyor, bunu bir şikayet veya espri konusu yapmıyordu. Toplu taşımada gençler onlara içtenlikle yer veriyordu. Diğer bir konu insanların spor yapma alışkanlığıydı. Yürüyüş yapan, koşan, bisiklete binen yüzlerce insan gördüm. Taytını, spor ayakabısını giyen, eline bir şişe su alıp kendini parklara atıyordu. Londra’da parktan ve yeşil alandan bol ne var? O parklarda grup grup birlikte egzersiz yapan, koşan, mekik çekenler vardı. Kendimi sapık gibi hissediyorum ama söylemeden edemeyeceğim; o insanlar hep beraber popolarını havaya dikip şekilden şekile girerken yoldan geçenler arasında buna dikkat kesilen sadece bendim. Gezi parkında yoga yapanların dibine sokulan kırolar gözümün önüne geldi malesef. Kitap okuma alışkanlıklarına da dikkatinizi çekmek isterim. Deli gibi okuyorlar.Her yerde.Dergi, futbol gazetesi, altılı ganyan değil. Bildiğin kalın kitaplardan okuyorlar. Ve tabi ki ergenlerin cep telefonu bağımlılığı orda da var. En kalabalık metro veya otobüs bile kötü kokmuyordu. İnsanlar mı terlemiyor? Havadan mı? Bizden daha mı temizler yoksa? Haftada en az üç kez baş ağrısı için ilaç alarak yaşayan ben, uçaktan indiğim günün haricinde bir kez bile ağrı kesici kullanmadım. Ağrılarım psikolojik miymiş? O da mı havadan? Son olarak, bir kediyle aynı evi paylaştım. Yemek verdim, muhatap olup, kendisiyle konuştum.Bu hayvan grubu için beslediğim duyguları bilmeyeniniz yoktur sanırım. Psikoloji... Londra tatili benim ruh halime çok iyi geldi. Tadı damağımda , aklım gidemedeğim yerlerde kaldı.

10 Temmuz 2014 Perşembe

Divan @ Taksim


Buraya bir gönül borcumuz var, ne kadar misafirperver olduklarını  2013 yazında bize gösterdiler. O yüzden ben de, herhangi bir  hayati tehlike ile karşı karşıya olmamama  rağmen arada sırada gidiyorum Taksim Divan Pub’a. Gönül isterdi ki daha az aralıklarla ziyaret edebilelim burayı. Zira kalite ve huzur bulacağınızdan emin olarak gidiyorsunuz. Hem kapalı hem açık alanı çok şık ve konforlu. Güzel bir kahve ve pasta eşliğinde kitabınızın sayfaları arasında kaybolabileceğiniz bir mekan.Çalışanların hepsi bilgili ve saygılı. Yemeğin adını söyleyemediniz diye sizi ezmiyorlar.

Mekanların tuvaletleri benim özel ilgi alanımdadır. Öyle yerler  var ki, masalarında mumlar, çiçekler karşılar sizi  amma velakin tuvaletinde otogar ambiyansı bulursunuz. Buranın tuvaleti ise Divan’ın bildiğimiz çizgisine ihanet etmiyor.Büyük ve havadar. Makyaj temizlemeniz için özel ince kağıt mendiller   ve ellerinizi yıkadıktan sonra nemlendirmeniz için losyon bile var.

Menü oldukça zengin. Köfte ve ayran sipariş ettim örneğin, köftenin yanında gelen piyazın tahinli bir sosu vardı ve çok hoştu, evde denemeye karar verdim. Ama tabi  , başta da söylemeye çalıştığım gibi fiyatlar  yüksek. Eşimizi dostumuzu kolundan çekiştirerek zorla oturtup bir şey ısmarlayacağımız bir yer olmadığını söyleyebilirim. Köfte+piyaz+ayran+çay’a  40 TL verdim.  Amaç karın doyurmanın ötesindeyse, kendinize bir hoşluk yapmak isterseniz mutlaka gidin .

4 Temmuz 2014 Cuma

Eftal @ Koşuyolu


Eftal'de kendinize sandviç yaptırıp ister çay, meşrubatla ister bir kadeh şarap eşliğinde karnınızı zevkli bir biçimde doyurabilirsiniz. Sandviç deyip geçmeyin, malzemesi kaliteli ve tazeyse oldukça akılda kalıcı olabiliyor. Z engin bir şarküteri bölümü var,  isterseniz kendinize soğuk zeytinyağlılardan lezzetli bir tabak da hazırlatabilirsiniz.

Eftal'in bahçesinde oturmak son derece keyifli. Çalışanlar düzgün. SetCard geçiyor.

Evinizin şarküteri alışverişini de yapabileceğiniz bir yer. Fiyatlar çok da ucuz değil, ama siz de kahvaltılık beyaz peyniri buradan almayın canım. Bir akşam şarabın yanına havalı bir peynir tabağı çıkarayım diyeceğiniz noktada Eftal devreye girebilir.

30 Haziran 2014 Pazartesi

Kuzguncuk @ Kuzguncuk







Bugün sizlere Kuzguncuk'tan sesleniyorum. Üsküdar'dan minibüse bindiğimde daha önce görmediğim bir yeri görecek olmanın heyecanını hissettim. Neden hiç  gelmemişim ben buraya? Burası insana İstanbul'da olduğunu unutturuyor demeyeceğim, çünkü köprü nerdeyse her fotograf karesine kıyıdan köşeden giriyor mutlaka.

Kuzguncuk'u nasıl anlatmalı?Küçücük evlerinden, cam kenarlarındaki çiçeklerden, dar ve dolambaçlı sokaklarından, yokuşlarından, uzun uzun tırmanılan merdivenlerinden bahsedilebilir.

Kuzguncuk bir adam olsa, gözlüklü ve sakalsız olurdu, kravat takmazdı, kıyafetleri gösterişsiz ama kaliteli olurdu.Üniversite mezunu, anne babası İstanbul doğumlu, büyükbabası İstanbul'un ilk erkek terzilerinden veya eczacılarından olurdu.

Kuzguncuk bana kendimi iyi hissetirdi. Kahvemi içerken  etrafımı uzun uzun seyrettim, dinledim.Bu semtin sakinliği ve huzuru benim içimdeki karmaşayla, itiş kakışla, memnuniyetsizlik ve mızmızlıkla oldukça büyük bir tezat oluşturuyor.

Oturdugum yerde soluma baktığımda küçük bir klise ve onun bahçesini görebiliyorum. Kilisenin önünden kendi halinde bir Kuzguncuk sokağı  sahile doğru uzanıyor.Başımı sağa çevirdiğimdeyse yemyeşil bir tepe ve aşağıda bir fidanlık var.Sokaklardan ara sıra geçen tek tük arabalar nerdeyse özür dileyerek sessizliği bölüyorlar.




Hard Rock Cafe Prague @ Prag



Çok güzel, çok sevimli bir şehir Prag. Herhangi bir metro, otobüs vesaireye binmeden dolaşabiliyorsunuz. Ben sadece iki kere taksiye bindim.Biri salaklıktan diğeri  şımarıklıktan.

Köprüleri, kıvrıla kıvrıla giden dar sokakları ve masal kitaplarını anımsatan kuleleri  ile oldukça romantik.Mutlaka görülmesi gereken bir yer.Ağaçların giyindiği sarıları, yeşilleri, turuncuları  anlatacak kelime bulamıyorum. Ben Ekim ayında Prag'taydım .Sonbahar ve Prag sözlükte eşanlamlı yazılacak kadar birbirine yakışıyor.

Hard Rock Cafe'lere daha önce gittiyseniz Prag' dakine  gidince içeride sizi bir sürpriz beklemiyor. Ama o kadar güzel ve o kadar tarihi bir meydandan Hard Rock'a  girmek çok hoş :) 

Place des Vosges @ Paris



Paris'in Marais semtinde akıldan çıkmayacak güzellikte bir meydan: Place des Vosges.

Gezi kitaplarında dünyanın en güzel meydanlarından biri olduğu söylenen, mükemmel simetride ve hayat dolu bir meydandır.Fıskiyelerin çevresinde koşturan çocuklar, çimenlerde oturan gençler, küçük gruplar halinde gezen uslu ve yaşlı turistler, ayağınızın dibine gelen serçeler...Meydanı çevreleyen muhteşem yapının alt katlarında sıralanan galeriler, butikler, şık kafeler, 3 Michelin yıldızlı restaurant L'Ambroisie , bir mabedi andıran, girerken üstünüzü başınızı düzeltme ihtiyacı duyduğunuz çay dükkanı Dammann, meydana yayılan klasik müzik...

Benim gibi ruhu olan, yaşayan mekanları seviyorsanız Vosges Meydanı'na siz de vurulacaksınız.

Paris'e gittiğinizde tabi ki Lüksemburg Bahçeleri'ni, Sacre Coeur'u, Eyfel'i görün. Ama ben derim ki Place des Vosges'den de bir geçin, pişman olmayacaksınız :) 

İstanbul Arkeoloji Müzesi @ Sultanahmet


Arkeoloji Müzesi'ne gitmek için Kabataş'tan tramvaya biner Gülhane'de inersiniz. Giriş ücreti 10 TL'dir ve Pazartesi günleri kapalıdır. Mısır mezar buluntularını, İslender Lahdi'ni, Antik Çağ heykellerini  ve bunlar gibi yüzlerce eseri görebileceğiniz, ağzınız açık vaziyette dolaşacağınız bir müzedir burası.Buraya kadarını ortalama bir müzeseverden duyabilirsiniz .

Benim  bu mekana duyduğum özel ilginin büyük bir kısmı müzenin kurucularından Osman Hamdi Bey'den dolayıdır. Hani şu meşhur Kaplumbağa Terbiyesi tablosunun ressamı. Kendisi müthiş bir adam ve günümüzde yaşasaydı rahmetliye kesin aşık olurdum diyeyim ben size. Arkeoloji Müzesi'ne gittiğinizde o lahidlerin oraya nasıl getirildiğinin hikayesini mutlaka okuyun. Bana hak vereceksiniz.

Bir insan sayılı izin günlerinden birini müze gezmeye ( hem de daha önce defalarca gördüğü bir müzeyi gezmeye) harcar mı? Eğer Arkeoloji Müzesi'nin bahçesi gibi bir bahçesi varsa, çok net söylüyorum, harcar. Yazın en sıcak günlerinden birinde o bahçede, o ağaçların gölgesinde oturup bir çay için. Müze binasına sığmayan tarihi kalıntıların serinliğiyle rahatlayın. O muhteşem binanın karşısında ,o binlerce yıllık taşların arasında dinlenirken insan ne kadar küçük ve önemsiz olduğunun da   farkına varıyor bir yandan.



Murat Muhallebicisi @ Beşiktaş

Murat Muhallebicisi @ Beşiktaş


Size de olur mu bilmem, bir kafeye veya bir mağazaya gittiğimde oradaki çalışanların kendi aralarındaki konuşma ve şakalaşma düzeyleri beni çok ilgilendirir. Mağazalardaki tezgahtarların  kim sigara arasında, Pazar günü kim gelecek, sen yemeğe çıktın mı, sen yemekten geldin mi , askıları hep ben mi düzelteceğim dialoglarının sonu gelmez. Hep bir dedikodu, hep bir şikayet.

Kafelerde sipariş vermek için bir garsonla göz teması kurmak için yapmadığımız maymunluk kalmaz, havaya boşa kaldırdığınız elimizle tekrar saçımızı düzeltir gibi yaparız. Garsonların kimi sadece kirli tabakları toplar, kimisi sadece ekmek- su getirir ama sipariş almaz ,hemen bir arkadaşını yönlendireceğini söyleyip kaçar. Kimi garson vardır, tabağı önünüze atar, kimisi o kadar suratsızdır ki, boğaz ağrısını göze alıp, gelen soğuk suyu geri gönderemezsiniz.

İşte Beşiktaş Murat Muhallebicisi'nde bunların hiç biri olmaz. Sadece bir poğaça da yeseniz, anneniz babanızla Pazar kahvaltısına da gitseniz     - hem müşterisine hem birbirlerine - saygılı çalışanlar tarafından karşılanırsınız. Senelerdir neredeyse hiç değişmemiş bir kadrosu vardır. Belki de bu sebeple kendilerini orada ev sahibi , müşterilerini de misafirleri gibi görürler.
İster sabahın köründe sıcacık bir peynirli börek yeyin, isterseniz bir  iftarınızı orada açın, hangi yoğunluk derecesinde olursa olsun, yediklerinizden de aldığınız hizmetten de memnun olursunuz.
Peynirli böreğini ve sütlü tatlılarını tavsiye ettiğimi de ayrıca belirtirim. SetCard da geçiyor :) 

Udonya Restaurant @ Taksim



Sushiyi geç keşfettim ama çok sevdim. Son birkaç yıldır yiyorum ve arık fırsat sitelerinde sushi fırsatı kovalar hale geldim.Kendimi ödüllendirmek istediğimde tüm o keşmekeşi ve bir sanat eserine dönüşen Taksim yayalaştırma projesini göze alarak  Udonya'da alıyorum soluğu.

Sushiler lezzet ve sunum olarak çok başarılı, ortam çok dinlendirici. Hele masalarda mırıl mırıl konuşan Japonlar varsa, terapi gibi.Çalışanlar güleryüzlü ve saygılı. Sushinizin hazırlanışını izlemek de oldukça eğlenceli.

Fiyatlar abartı değil, bu arada yanlış anlaşılmasın,  Udonya'yı fırsat sitelerinde hiç görmedim. Dedim ya, kendimi ödüllendirmek istediğimde parası neyse ödeyip kendime ziyafet çektiğim bir mekan burası. 

All Sports Cafe @ Nişantaşı

All Sports Cafe @ Nişantaşı


Sanırım yüz yıldır filan geliyorum buraya. Mezun olduk, işe girdik, evlendik, ayrıldık, çocuklarımız oldu, burada çalışanlar şişmanladı, saçları döküldü, gözlük kullanmaya başladı, çocukları büyüdü. Gittik başka ülkelerde senelerce yaşadık, geri döndük ve All Sports'un sıcak ortamını, güleryüzünü ve muhteşemmm suflesini aynı şekilde bulduk. "Evlen artık" diyen garson da burada. Oh, ekip tamam!

Portakal kabuğu rendesi koydukları için kışın bulabileceğiniz özel içecekleri  Borgia'sını içmeden, şinitzelini yemeden, bahçesinde bir limonata eşliğinde dinlenmeden , arkadaşlarla çay + apple pie +dedikodu olayına girmeden ve arka salonun duvarlarındaki fotoğrafları incelemeden nasıl geçerdi bunca yıl bilemedim :) 


İşte iki All Sports müdavimi:

Bugga Design @ Moda

Bugga Design @ Moda

Sevgilinize kalpli pelüş ayı almak zorunda değilsiniz. Özel, şık, havalı, hediye alternatifleri için Bugga'ya uğramanızı tavsiye ederim. Esprili hediyeniz sayesinde sevgiliniz zeka puanınızı yükseltecek, garanti.


Eataly @ Zorlu Center

Eataly @ Zorlu Center




Kendi paramızla rezil olmak için seçebileceğimiz en trendy yol nedir diye arkadaşlarla düşündük taşındık. Cumartesi akşam Eataly'e gitmeye karar verdik. Tam isabet!

Dana karpaçyo kalın ve sıkıcıydı.Sunum diye birşey yoktu, sanki bol kepçe Hıdır Usta mutfaktan bize bişeyler ayarlamış gibiydi.

Lazanya bitmişti.İstediğimiz şaraptan kalmamıştı. Anlamadım, market tarafından git al bir tane degil mi? Markette de mi bitmiş? O zaman durum vahim.

Üç kişinin yemeği geldi, dördüncünün pizzası dönülmez akşamın ufkunda kaldı. Hatırlattığımızda o dördüncü pizzanın zaten hiç sipariş alınmadığı cevabını aldık. Üstelik de pizzası gelmeyen kişi doğum günü olan arkadaştı. Bizden kalan soğuk pizza ve makarnaları kemirerek girdi yeni yaşına. "Pizzayı ısıtır mısınız  bari"  dediğimizde , "kötü olur, ısıtamayız" yanıtını aldık.

Hadi dedik, yedik içtik, karnımızı doyurduk bir şekilde, bir kahve içelim. Yok, mümkün değil. Yemek yediğin yerde kahveni  içemiyorsun. Hesap ödeyip masayı terkediyorsun, kahve içebileceğin bölümde tekrar masa bulup yerleşiyorsun.
Ha, olabilir, Eataly'nin sistemi budur. Ama ey Eataly, yordun beni bilesin.

Eataly'i  - hafta içinde tekrar denemek kaydıyla -zihnime  iyi bir hatırayla kaydediyorum yine de :Çeşit çeşit peynir, reçel, şarapların sıralandığı raflar arasında  ağzım sulanarak dolaştığım zamanlar tatlı bir rüya gibiydi. 

Burger Joint @ Beşiktaş

Burger Joint @ Beşiktaş


Beşiktaş'ta evimin dibinde ufak ama ferah bir mekan. Duvar resimleriyle  yüksek tavanıyla ve çalan müziğiyle Beşiktaş'taki klasik büfelerden çok farklı. Menüsü de mekan gibi sakin. Hamburger köftesinde sarmısak sevmeyenler için Newyorker hamburger ve bildigimiz hamburger var. Bir de bunların peynirli arkadaşları. Patates kızartmasını baharatlı veya sade olarak seçebiliyorsunuz ve patates konusunda elleri bol diyebilirim.
Ben hamburgerin yanında buz gibi bira sevdiğim için genelde paket yaptırıp evde yiyorum.
Özellikle cumartesi günleri Beşiktaş çok kalabalık olduğunda çarşının harala gürelesinden uzakta sakin kafayla birşeyler yemek isterseniz burası çok uygun. 



Bey Kebap @ Koşuyolu

Bey Kebap @ Koşuyolu


Herkesin annesi bu dünyadaki en lezzetli kuru fasulyeyi pişirir, o ayrı. Ama diyelim ki  anne-ev-kuru ve siz bir şekilde biraraya gelemiyorsunuz.Dışarılarda tansiyonunuz düşmüş vaziyette gezip, adını zor söylediğiniz yemeklerle avunacağınıza   sizi  kuru fasulye-pilav'a davet ediyorum.

Beykebap Koşuyolu'nda  eski kalp hastanesine çok yakın, ana cadde üzerinde bir kebapçı. Kebapları, köftesi, lahmacunu da güzel ama kuru fasulyesi evdekiyle yarışır. Küçük güveçlerde servis ediyorlar lokum gibi İspir fasulyesini. Suyu kıvamlı, ayrıca yedikten sonra kendinizi uçan balon gibi hissetmiyorsunuz. Yanında yoğurt söylemenizi tavsiye ederim, çünkü Beykebap'ın yoğurdu da ayrı bir olay.

5 üzerinden 3 vermemin sebebi servisin yavaşlığı.

Alayım evde pişireyim, millete kuru fasulye partisi vereyim derseniz, yediğiniz  fasulyenin satışını da yapıyorlar. 

Kanaat Lokantası @ Üsküdar

Kanaat Lokantası  @ Üsküdar


Kanaat Lokantası'na  son bir kaç gidişimde hep aynı şeyi düşündüm  ama sonra unutup yine gittim. Şöyle ki ; evet, yemekler güzel ama bence pahalı bir yer burası  yahu. Ya da ben Kanaat'i yanlış mı konumlandırıyorum? Burası  tarihi bir esnaf lokantası mıdır, yoksa  yabancılara  show yapacağımız turistik mekan mıdır ?

Kelli felli amcaların, hali vakti yerinde ailelerin geldiği, hiç bir yemek kartının geçmediği bir lokanta.

Bir ana yemek + bir cacık+bir kahve  eşittir 30 TL normal midir? Meşrubatı bırak su bile içmedim.

Ayrıca, geçen gidişimde yediğim ayva tatlısının üstündeki  sos, istenmeyen tüyler için klasik bir çözüm niteliğindeydi ve yanında gelen kaymakta ağır bir koku vardı.

Eyyy  Kanaat Lokantası, "tekke pilavı" denen o  güzellik de olmasa seni pas geçeceğim ama içinde kestane, nohut  ve  et  olan o  çok lezzetli  ve oldukça doyurucu  muhteşem yemek için yine gireceğim kapından. 

101Lezzet Festivali @ Ortaköy


101 Lezzet'e geçen sene biletim olmasına rağmen gidememiştim. Bu sene büyük günü iple çektim ve 27 Nisan'da Esma Sultan'a koşa koşa gittim. Yanımda yemekten içmekten en az benim kadar keyif alan kankamla çok güzel bir gün geçirdik.

27 Nisan'dan önce etkinliğin web sitesinden katılımcıları inceledik ve özellikle kaçırmayı asla göze alamayacaklarımızı belirledik. Bu çok zor bir işti . Ben  Duble Meze'nin mezelerini, Ferah Feza'nın fıstıklı somonunu, Shangri La'nın ördeğini listemin başına koymuştum. Oraya gittiğimizde tabi ki plan, program, akıl ve mantık devre dışında kaldı. Herşeyden ama herşeyden yemek istiyordunuz. Çünkü bütün sunumlar çok şık, ve görevlilerin hepsi çok güleryüzlü ve bilgiliydi.

Füme peynirler, etler ve somon beni benden aldı.

Hayatımda ilk kez istiridye yedim!

Birlikte gittiğim arkadaşım birçok  aşçılık workshoplarına katılmış bir gurme olduğu için tadına baktığımız birçok yemekle ilgili olarak standlardaki şeflerle sohbet etti, sorular sordu. Onlar da püf noktalarını tüm samimiyetleriyle bizimle paylaştılar.

En güzeli de orada bulunan herkesin bir yeme içme manyağı olduğu gerçeğiydi. O yüzden ortalıkta ağzın dolu bir vaziyette dolaşmak, veya ağzını yamulta yamulta bişeyler tıkıştırırken yabancıların seni görmesi hiç dert değildi. Çikolatacıların yanyana dizildiği kapalı alanda örneğin,  herkes sebepsizce sırıtıyordu.Endorfin overdose :)

Canlı müzik yapan Uninvited Jazz Band kesinlikle süper bir seçimdi.İştah açıcı ve çok keyifliydiler.

Timeout'a  bu müthiş organizasyon için tebrikler ve teşekkürler. Hala çok tokum


Ali Baba İskender Kebapçısı @ Beşiktaş



Almanya'dan dayımlar mı geldi, hop Ali Baba'dayız. İzmir'den kuzenler İstanbula maça gelmişken mi buluşucaz, hop Ali Baba'dayız. Anne babayı iftara mı götürücen?Nerdeyiz? Tabi ki Ali Baba'dayız.

Devamlı kalabalık ama çalışanlarda devamlı güleryüz, devamlı yüksek motivasyon.

Servis hızlı, ikramlar çok eli bol değil, İskender şa-ha-ne. Bir de ben bazen bulgur pilavından paket yaptırıyorum, evde yemeğin yanına takviye yapıyorum. O da çok güzel. 

Brew Coffeeworks @ Sirkeci



Bu mekanla ilgili olarak," öyle bir kahve içtim ki üçüncü gözüm açıldı"  filan gibi bir cümle kurmayacağım. Çalışanlara on numara beş yıldız da vermeyeceğim. Ama hissediyorum ki ben buraya tekrar tekrar geleceğim. His dedim ya, işte sebep bu. Brew Coffeeworks'e ilk girdiğim andaki ilk intibah.Yüksek tavan, bordo kadife perde , turkuaz bir duvar, içeri bolca dolan gün ışığı, güzel ve yüksekliği dozunda bir müzik. Ve benim için burayı çok ama çok özel kılan karşımdaki duvarda zaman ötesi aşkım , arkeolog, müzeci, ressam Osman Hamdi Bey.

Bu bölgede, kilim deseni olmayan, gözünüzü yormadan çay kahve içebileceğiniz huzurlu bir kafe arayışınız varsa  sonlandırabilirsiniz artık.

Ottoman Legacy gibi  haşmetiyle insanı kucaklayan bir yapının altında yeralıyor Brew Coffeeworks. Ne iyi etmişler ki, tarihi bir bina, yüksek tavan gazına gelip  orada yine, yeni, yeniden bir Bilmemnepaşa Konağı ambiansı yaratmaya kalkışmamışlar. Aydınlatma aksesuarları, kısmen turkuaz duvarlar, bordo kadife perde, sırtınızı yasladığınız şık kadife yastıklar, bunlarla tarihi havayı muhafaza etmeyi başarmış ama yüksek tabureleri, girişteki yüksek masası, tezgahı , sade ve şık pasta dolabı ile modern olmuşlar.

Yedi buçuk TL civarında kahve, internet ayrıca mekan  tramwayın Sirkeci durağına çok yakın. Kitap okumak için ideal.Otelin kalantor müşterilerinden gelenler oluyor sıklıkla, onlar da Sultanhamet meydanını  kuru gürültüleriyle yıkan turistlerin yanında melek kalır.


Corinne Hotel @ Çukurcuma

Corinne Hotel  @ Çukurcuma


Corinne Hotel'in restaurantında bir cumartesi akşamı  yemek yedik. Restaurant giriş katında ve sokakla bütünleşmiş bir konumda. Kaldırımda iki kişilik ufak masaları da vardı ama biz içeride oturmayı tercih ettik. Ferah, şık, sakin bir mekan. Hatta biraz snob göründüğünü bile söyleyebilirim.

Peynir tabağı söyledik  Fakat bu kadar havalı bir yerde ben nedense daha göze hitap eden ve daha zengin bir sunum bekliyordum. Peynir tabağında nerdeyse bir avuç dolusu kuru üzüm görmüşlüğünüz var mı ?
Sonra ben somonlu bir ana yemek söyledim ve o da oldukça kuru ve sıkıcıydı.
Yerli bir şarap içtik, çok güzeldi. Şarap seçenekleri boldu.

Çalışanlar çok düzgün, saygılı ve ölçülüydü. Tuvaletler temiz ve konforluydu.

Yani amacınız  damağınızda lezzet patlaması yaşamak değilse, karşınızdakiyle rahat rahat sohbet edip şarabınızı  içersiniz. Öncesinde Çukurcuma antikacılarını ve civardaki vintage dükkanları turlamanızı da tavsiye ederim.