29 Aralık 2015 Salı

Papyon... Düşündüğünüz Kadar Uzak Olmayabilir

Papyon takar mısınız? Beyler, en son sünnetinizde veya düğünde mi buluşmuştunuz o soylu kelebekle?

Günlük hayatımda benim de sıklıkla önüme çıkan bir unsur değil papyon. Başımızdaki  yöneticilerimiz balolarda frak giymemek için elinden geleni yaparken, garson veya orkestra şefi olmayan bir yetişkinin düğün harici bir ortamda papyon takması her daim dikkat çekici, iddialı yani nerdeyse çıkıntı bir durum. 

Bazı moda dergilerinde taş gibi adamların güzel boyunlarına bağlanmış olarak gördüğümde iyice seviyorum papyonu. Ama konu bu değildi, pardon. Konu, yeni bir şeyler öğrenmenin mutluluğumuza olan katkısı. 

On gün önce Petra Kahve'nin Gayrettepe'deki mekanına uğradığımda 31 Aralık'a kadar sürecek olan " Holiday Market"in yarattığı enteresan bir ortamda buldum kendimi. Bir yere girip, enerjinizin yükseldiğini hissettiğiniz olur mu hiç? Ben bu durumu genelde yüksek tavanlı ,büyük camlı ve montumu çıkardığım halde üşümediğim yerlerde yaşarım. Bu saydıklarımın hepsi ve daha fazlasını buldum orda. Mekanın kendisi de, Holiday Market'a gelen markalar da benim ezbere bildiğim, tanıdığım, konfor alanımın içinde hissettiğim şeyler değildi. Bir sürü yenilik, yoğun bir yabancılık duygusu. Bunlar karşısında benim bildiğim ben, içine kapanır, kitabına veya telefonuna gömülür, en fazla kahveyi ısmarlayacak kadar bir medeni cesaret gösterirdi. 


Ama öyle olmadı. Kahve siparişimi alan kızın güleryüzü, nasıl bir kahve istediğimi sorması, bana Etiyopya Hunkute'yi önermesi hoşuma gitti. Kendini yarı ilah sanan barista ve garsonlardan epey yıpranmışız farkında olmadan. Güzel bir kahve, insanı depresyona yönlendirmeyen - kalite bir ses sisteminden kulaklara gönderilen- bir müzik ...  

Böyle güzel bir kafa yaşarken karşıma çıktı Civan. Civan, Holiday Market'a katılan markalardan biri. Bir erkek giyim markası. Çok hoş, çok özel, çok enteresan şeyler yapıyorlar. Civan Bay Moda Evi ilhamını eski İstanbul beyefendilerinden alan bir sokak moda atölyesi. Gömlek, pantolon, ceket, yelek, palto, pelerin, boyun aksesuarı, papyon ve kravat yapıyorlar. Pantolon ceket dediysem, öğle yemeği saatinde restoranları işgal eden klonlanmış erkek kalabalığının üzerinde gördüğünüz füme veya lacivert takımları kastetmiyorum.  Ne demek istediğimi aşağıdaki linkten kendiniz görün mutlaka. Üşenirim şimdi, bu yazıyı da sana ayıp olmasın diye okuyorum zaten diyenlerdenseniz : Arkadaşlar,  Mabel Matiz kendine şık bir takım elbise almak istediğinde sizce Network'e mi gider, Civan'a mı? Yaaaa...
Civan'ın iki tasarımcısından biri olan Bahar Hanım'la orda , Petra Kahve'nin yılbaşı alışveriş etkinliğinde, Holiday Market'ta tanıştım. Tam kahvemi bitirdiğim saatte, " kendi papyonunu yap" workshopu vardı. El becerim yok denecek kadar az olmasına rağmen katılmaya karar verdim. Yeni bir şey öğrenmenin her zaman cezbedici bir tarafı var. 


Renk renk desen desen kumaşlardan zevkime uygun ikisini sectim ve Bahar Hanım'ın yardımıyla harika bir papyon ortaya çıkardım. Harika çünkü tamamen benim üretimim :) O kadar hoş, sade, doğal, alçak gönüllü ve sabırlıydı ki orda kendisiyle diz dize kafa kafaya verip papyon yapmaktan büyük keyif aldım. Eğer Bahar size anlattığım gibi bir kadın olmasaydı ben o papyonu o kadar sevmeyebilirdim, ya da belki workshop sırasında sıkılır ,gerilir, yarım bırakıp giderdim. 

Yeniliklere açık olmak kadar, karşımıza çıkan iyilik ve güzelliklerin farkında olup şükretmek de önemli. 

Geçen hafta papyonumu taktım ve Çukurcuma'ya gittim. Papyon ne acaip bir aksesuarmış, insan bununla kendini AVM'ye gitmez, kötü kahve içmez ve Muhteşem Yüzyıl izlemez biri sanıyor. Civan'ın Çukurcuma'daki yerini buldum. Terzihanesiyle butiği üstüste olan bir mekan. "Modern zaman erkeği bu kapıdan girdiğinde; en özgür oyuncak seçimi, yasaklanmış şekerle kaçamak, ilk öpücüğe kadar tüm tatlı günahlarını tekrar yaşayacak." diyorlar. Bahar Hanım'a ( Bahar Gözkün) papyonumla yaptığım kombinimi gururla gösterdim, sürpriz ziyaretim onu şaşırttı ama yine kibar ve güleryüzlüydü. 

Kardeşim ve kuzenim de kendilerine birer papyon yapmamı istedi. Onları uyarmam gerek. Bu aksesuarın taşınması da en az yapması kadar özel bir tecrübe!


Bayanlar baylar, 2016'da hepinize şıklık, özgürlük ve cesaret dilerim. 

21 Aralık 2015 Pazartesi

2016'ya Girerken Kim Korkar Hain 40'tan

Kim Korkar Hain 40'tan isimli kitabı bitirdim. 160 sayfalık bir kitap ve hepsi birbirinden ilginç tüyolarla dolu. Fakat benim gibi kuaföre her gidişinizde kadın dergilerine gömülüyorsanız kitabı bitirdiğinizde arka arkaya 3 Marie Claire, 2 Vogue , üstüne de Kelebek, Melebek okumuş gibi olacaksınız. Yani genç görünmeyle ilgili keşfedilmemiş bir Amerika yok arkadaşlar bu kitapta. Zaten sonunda da neşeli ol ki genç kalasın'a bağlamış olayı. 




Ama yine de, evet yine de faydalı bir eser. 40 yaşına geldi diye " aaah ah bizden geçti artık" kafasına gelmiş arkadaşlarıma hediye etmeyi düşünüyorum. 

Kitaptan bir kaç tüyoyu sizinle burada paylaşıyorum, bunlar en çarpıcı bulduklarım. "Doğru donu nasıl seçeriz, sütyen almaya saat kaçta gidilir " gibi lezzetli detayları da kitabı alan okusun. 


Önemli olan beğenilen bir cildin fondötenli olup olmadığını anlamamaktır. Eğer öyleyse bu iyi fondöten demektir.


Saç rengi genç görünmenin en esaslı ve ucuz biletidir. 

Olay doğal görünmek değil, muhteşem görünmektir. 

Genç ve modern bir saç rengi, doğal saç renginden daha çarpıcıdır. 

Değişim daima saçla başlar. 

Kakul kestirin 5 yıl daha genç görünün.

Takma tırnak takmayın.

Dişlerinizi beyazlatın 10 yaş daha genç görünün.

Güzel dişleriniz yoksa genç ve modern görünemezsiniz. Büyük gülümseme artık moda ifadesi haline geldi ( yıldız gülümsemesi)

Pembe ruj sürün 3 yıl genç görünün. 

Topuklu ayakkabılar veya botlar giyin.

Modanın esiri olmakla modanın farkında olmak arasında büyük bir fark var. Her trendi uygulamak gördüğünüz her erkekle flört etmek gibi bir şey o yüzden seçici olmalısınız. 

En önemli alışveriş tüyosu: Üzerinizde iyi durmuyorsa iyi değildir. 

Modern giyinin, çok genç işi değil. 


Dolabımızın mucizevi gerçekleri iç giyimimizdir. Onlar kaldırır, yükseltir, saklar, küçültür, biçimlendirir. 

Mükemmel eteğin tanımı: kavislerinizi belli edecek bir kesim
Üstünüze oturan bir kalem eteğiniz varsa hem klas hem de çekici görüneceksiniz.

Hiç bir zaman darı darla gîymeyin. Kalem etek üstüne dar bir büstiyer yerine feminen ve klas bir gömlek giymelisiniz. 

Kaliteli jeanler gerçek bir yatırımdır. 

Hiç bir şey sizi ten rengi çoraplar kadar yaşlı göstermez. 

Çorap yerine sprey sıkın. Bacak makyajı artık vazgeçilmezler arasında. 

Gece kıyafetleriyle mücevher kullanırken: ya elbiseniz çok sade olmalı ya da mücevheriniz. İkisi birden çok gösterişli olursa sizi olduğunuzdan daha yaşlı ve yorgun gösterir. 


Kredi kartınızı tek bir modacıya gümletmek sizi yaşlı gösterir çünkü stilinizi sınırlar.

Zahmetsiz şıklık artık genç ve modern görünmektir. Kilit nokta, çok çabalamış gibi görünmeden şık olmaktır. 

Sosyalleşin. Gündemi takip edin. İnsanlar sizinle güncel konularda birkaç çift laf  edemiyorlarsa, zamanla çok sıkıcı birine dönüşürsünüz. 

2016 hedeflerinizi o minik sevimli ajandalariniza yazarken bunları da aklinizin bir köşesinde bulundurun . 

17 Aralık 2015 Perşembe

Arıza Erkekler ve Kötü Kahvelerle Yıpranan Kadınlar


Kadıköy Mephisto'da kitapçının en üst katındaki kafeye adımımı atarken tuhaf bir pişmanlık yaşamaya başlamıştım bile. Çıktığım onca merdivenin ve son katı tırmanma sürecinde bana centilmence yol veren kır saçlı yabancının hatırına oturdum bir masaya. Yabancının yabancı olduğunu anlamam için kendisiyle yabancı dil konuşmama hiç gerek yoktu. Rahatsızlık vermeden ,kibar ama içten bir tebessümle çıktı karşıma. Üstü başı ,saçı sakalı o kadar temiz ve düzgündü ki, üç açılı diş fırçasını bulan İsviçreli bilim adamlarından biri olabileceğini düşündüm. 




Yakın zamanda insanlara konfor alanlarından çıkmalarını, alışkanlıklarının ılık ve sıkıcı sularından uzaklara açılmalarını öğütleyen bilmiş bir yazı yazmıştım. Biraz da o yüzden daha önce hiç gelmediğim bu kafede yazıyorum bu yazıyı. "Aman ne macera, ne büyük risk" dediğinizi duyar gibiyim. Öyle demeyin, bu daha başlangıç. 



Siz bir de ne içtiğimi öğrenseniz koparsınız: Ginsengli kahve! Stresi önler, hafızayı ve bünyeyi güçlendirir, mutlu hissettirir diye yazıyor menüde. İyiymiş, bir de ütü yapsa ideal eş diye yanında gezdir. Amma velakin , tadının kötülüğünü anlatmaya kelimeler yetmez. Öğrencilik hayatımda içtiğim kahvelerin dandikliğini anımsattı bana, gençliğime döndüm resmen. Ha, belki de kahvenin olayı budur zaten. Nostaljik etkiden ve mide bulantısından kurtulmak için bir tane de normal filtre kahve söyledim ciddi suratlı garson kıza. İkinci kahvemin ne mutluluk vaadi var ne de stresi önleme iddiası. Ben de beklentilerimi hayli düşürdüm zaten. 


Hayallerini yıkan, duygularıyla oynanan, önler iyi ama arkalar ı-ıh bir ilişkiden sonra çoğu kadın böyle yapar. Karşılarına çıkan adamları hiç bir artı meziyetleri olmamasına rağmen ,sırf psikopat olmadıkları için öpüp başlarına koyarlar. Yani sıkıcı ve düzgün adamlar , arıza hemcinsleri tarafından incitilmiş kadınlardan kabul görürler. 

Kahveye dönecek olursak, içtiğim Ginsengli kahve o kadar kötüydü ki, şu an bana Nescafe bile getirseler Yarabbi şükür derim. 

12 Aralık 2015 Cumartesi

Kızlar... Yüreğim sızlar

Nasıl oldu anlamadım, gökyüzünde gezegenlerin dizilişi mi denk geldi, her ne olduysa, veya şeytanın bacağını kırdık diyelim, bugün çok yakın iki arkadaşımla buluşacağım. Üçümüzün aynı anda aynı yerde bulunması malesef bir yıl içinde en fazla on kez oluyor. Hiçbirimiz Mars'a roket yollayan grupta değiliz ama hep bir yoğunluk, İstanbul trafiği ve çocuğun kurs çıkış saati çok bilinmeyenli bir denklem gibi hep karşımızda. 

Bu mülayim çetenin en aylağı ben olduğumdan kızlarla teketek buluşmalar yapabiliyorum. Enteresan bir şekilde "A" ile buluşursam "E"nin yokluğunda onun muhabbetini yapıyoruz. E'nin evi, işi, sporu, komşusu, sıkıntıları, hayat enerjisi, çatlaklıkları,geçmişi, geleceği, çikolataları, mezeleri... Arkadaşlığımız otuz yılı aşalı bir sene oldu. Had safhada bir sahiplenme duygusuyla E'ye kardeşimiz ve kızımız gibi bir yer biçiyoruz kalplerimizde.

A'nın olmadığı , benim E ile başbaşa yaptığım ikili müzakerelerde ise küçük takımımızın enerji muskası A'yı masaya yatırıyoruz. Kızımızın, işini, patronunu, oğlunun büyüyüşünü, bahçeyi, balkonu, köpeği, yazlığı, şantiyeleri, ustaları konuşuyoruz. A'nın yokluğunda onun  kalemleri, saçları, asude konağı, sabahlığı, komikliği ve hırçınlığı oturuyor üçüncü koltuğa. 

Anna babalar çocuk olmadan önceki hayatlarını hatırlamaz, "bu yokken biz ne konuşuyorduk yahu" derler ya, biz de öyleyiz sanki. 

En çok merak ettiğim ise, E ve A'nın bensiz buluştuklarında ne yaptıkları. Korkarım onlara malzeme yaratma konusunda grubun en verimsizi benim.  Ben kendim bizzat varken bile yok gibiyim. Yolunu kaybetmiş rüzgara kapılmış bir yapraktan farksızım. Kahve, şarap, müze, sergi, Londra... Bitti. 

Birazdan bu yılın muhtemelen son üçlü buluşmasını gerçekleştireceğiz. Her zamanki gibi en erken ben geldim, vakti bol, yoğunluğu az biri olarak. Onlar yine haldır huldır koştur koştur gelecekler. Elinde, eteğinde, cebinde, dilinde anlatacakları olacak. Çok güleceğiz, çok sevineceğim onları gördüğüme. Sen anlat, neler yapıyorsun dediklerinde "iyiyim diyeceğim, sıkıntı yok. Bildiğiniz şeyler, birşey yapmıyorum "

Bir yıl daha geçti. Sıkıntı yok...

11 Aralık 2015 Cuma

Beşiktaş'ım benim, biricik sevgilim...

Beşiktaş, üzerinde güneş batmayan ülke gibi. Su uyur, düşman uyur, ama Beşiktaş'da sipariş dağıtan motosikletliler uyumaz. Eksozlarını patlata patlata, gazı kökleye kökleye geziyorlar. Yattığım yerden dinliyorum ve bir yandan da merak ediyorum gecenin 01:45'inde pizza yiyen insan evladını.

Birgün gelecek Beşiktaş'ta bütün dükkanlar kahveci veya dönerci olacak. Neden herkes bize kafein pompalamaya veya etten bıktırmaya çalışıyor, anlamış değilim. Çok değişti buralar. Bütün bu latteleri ve biraları içen, döner dürümleri götüren, dolayısıyla mekanların kasalarını dolduranlar İstanbul'un başka yerlerinden semtimize geliyorlar. Hoşgeliyorlar, eyvallah! Onların geldiğini ve çılgınca tükettiğini gören yurdum esnafı düne kadar eşarp ve şal satarken bugün porsiyon dönerin yanına domates diziyor.


Beşiktaş'ın tarihi değerlerinden biri olan Kaymakçı Pando mavi beyaz tahta sandalyeli, buram buram süt kokan o güzelim dükkanı kapattı. Yılların  Kazan Birahanesi tadilattan sonra saçları zorla üç numaraya vurulup  gömlek giydirilmiş serseriye döndü. 

Herşeyi bişeye benzetmek zorunda mıyız? Kazan pasaklı haliyle Kazan'dı. Yedi Sekiz Hasan Paşa Fırını ve Tarihi Oktay Kurabiye varlığıyla huzur vermeye devam ediyor. Bari onlar gitmesin.


Nerede o eski Beşiktaş diye yazacak kadar yaşlanmadım daha ama  sıkıntı ve endişelerimi de paylaşmak istedim.

8 Aralık 2015 Salı

Kadıköy Çarşı'da Aylakça Bir Keşif: Montag

Kadıköy çok iyi bildiğim ve sık gittiğim bir yer değil, bir Perşembe sabahı oralarda iki saat oyalanacağım ve telefonumu şarj edebileceğim bir yer ararken karşıma çıktı Montag Coffee Roasters. 

Çarşıdaki Starbucks’ın sokağından yukarı çıkıp kilisenin hemen karşısında başımı yukarı kaldırdım ve Montag'ın harika balkonunu gördüm. Sokağa ve ufak meydana hakim bir konumdaydı. Ellerinde poşetlerle sağa sola koşturan insanları, yağmura aldırmadan neşeyle bilet satan piyangocuyu yukarıdan seyretmek pek keyifliydi. 

Kafenin girişini bulmak zor olmadı. Ufak telefoncu dükkanının yanındaki kapıdan girip merdivenleri tırmanıyorsunuz. Yukarı çıktığımda İstanbul'da gördüğüm en iyi kafe dekorasyonlarından biriyle karşılaştım. Çok fotojenik bir mekan. Duyunca şaşırmadığımız bir detay: kafe sahibinin eşinin iç mimar olması.  Buraya gelip de Instagram'da resim paylaşmadan durabilen çok azdır. Siz de gidin, siz de paylaşın. Herkesin filtresi kendine. 

Duvardaki büyük resme dikkat. Minik çekiç darbeleriyle duvara oyulmuş bir Audrey Hepburn. Hemen yanındaki yazı çok manidar: "One coffee doesn’t make us friends. Maybe two.”  Arkadaşa vakit ayırmak, o kahvenin eşliğinde edilen sohbetin değerini bilmek önemli. 


Üçüncü dalga kahvecilerde olmazsa olmaz cam alet edevatlar, uzun ham tahta masa, kahve çuvalları ve tezgahın arkasında kara tahta da tamam. 

Kahve harika, kahvemi hazırlayan genç bayan son derece ciciydi. Meğer güzel güzel kekler tatlılar yapan gastronomi öğrencisi bir arkadaşları varmış ama sınavları yüzünden o hafta bal kabaklı kekten mahrum bırakmış bizi. 

Kadıköy'de daha çok Moda taraflarında birbirinden güzel yerler açıldığını hep duyuyorum. Oraları hayalimde bizim Avrupa yakasının Karaköy'ü gibi canlandırıyorum. Fakat dediğim gibi Kadıköy yolumun sık geçtiği bir semt değil. Yine de hissediyorum ki yazı yazmak, balkondan bakınmak, damak tadıma uygun nefis bir flatwhite içmek ve dönüşte Ali Muhittin Hacı Bekir'den tarçınlı akide almak için Beşiktaş'tan sık sık atlayacağım o vapura. 

1 Aralık 2015 Salı

Kaçırmak Üzeresiniz, Benden Söylemesi

"Aylak kimse elleri cebinde tembellik yapan birisi değildir. Tam aksine aylak kimsenin en şaşırtıcı özelliği onun daima yoğun olmasıdır.

Ben de siz değerli okurlarımı kaçırmak üzere olduğunuz etkinlikler konusunda haberdar etmeyi kendime görev bildim. İstanbul'un 3 muhteşem müzesinde bu aralar bunlar oluyor:



İstanbul Modern'de 3-4-5-6 Aralık'ta Uluslararası İstanbul Sessiz Sinema Günleri var. Sinemanın öncü ve sessiz örnekleri canlı müzik eşliğinde seyredilecek. Programa İstanbul Modern'in kendi web sitesinden veya Facebook sayfasından ulaşabiliyorsunuz. Ben özellikle 5 Aralık ctesi gösterilecek olan Charlie Chaplin kısalarını görmeyi çok istiyorum. Chaplin'in sinemaya adım attığı 1914lü yıllarda çektiği kısa filmlerden örnekleri üstelik de çok sevdiğim bir grup, Unvited Jazz Band'in müzikleri eşliğinde gösterecekler. Biletler 15 TL ve Biletix'ten alınıyor. 

İstanbul Modern'e gidecek olursanız, kafesinin gereksiz pahalı olduğunu düşünüyorsanız benim gibi, size çok yakınındaki Sahi'yi tavsiye ederim. Terastan  Galata Kulesi, Kılıç Ali Paşa Cami, Tophane-i Amire manzarası eşliğinde yemek veya kahve keyfi yapabileceğiniz, el yapımı zencefilli, portakal kabuklu lokumlarıyla transa geçeceğiniz bir yer. 
Facebook sayfası: https://www.facebook.com/sahiistanbul/timeline?ref=page_internal

Pera Müzesi'nde Şubat 2016'ya kadar kalacak bir sergi var:
"Üryan, Çıplak, Nü" sergisi. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan dönemde resimlerde  çıplaklığın yer alış şeklinin nasıl değiştiğini görebileceğimiz bir sergi. Pera Müzesi'ne cuma günleri 18:00-22:00 saatleri arası ücretsiz giriliyor. Bir cuma akşamı sergi gezilip, resimlerdeki hanımların göbeklerinden ilham ve destek alarak yemeğe Sahrap Pera'ya geçirebilir. 

Asmalımescit'de bir restaurant : Sahrap Pera
Burada şu "siron" denen kelkit usülü mantıyı yemek lazım. Bir de mümkün olursa Sahrap Hanım'a habire bahsettiği uzun saplı tavasını sormak şart. 


Sabancı Müzesi'nde ise Alman Sinema Günleri var. Filmler 9-16-23-30 Aralık ve 6 Ocak Çarşamba günleri saat 18:00 ve 20:00 arası gösterilecek. Çarşamba müzenin ücretsiz ziyaret günü olmakla beraber sinemasının da o gün bedava olacağını tahmin ediyorum. Elveda Lenin, Başkalarının Hayatı, Piyanist, Duvara Karşı filmlerini orijinal dublaj ve Türkçe altyazıyla gösterecekler. 
Benim gibi hafta içi bir gün müzeye gidebilecek aylaklık kapasitesinde bir insansanız erken gidip Zero Sergisini'de gezmenizi öneririm. Yalnız halk günlerinde müzelerde okulların getirdiği ergen halkımızla kucaklaşmaya da kendinizi psikolojik olarak hazırlamanızda fayda var. 

Oralara kadar gidecekseniz Arnavutköy'de Kavanoz'a gider ister güzel bir kahve içer, keçi peynirli avokadolu bruschetta yersiniz, ister şarabınızı alır bir köşede Zero Sergisi'nin üzerinizdeki etkilerinin tadını çıkarırsınız. 

Bu yazıdan aldığı gazla yukarıdaki alternatiflerden herhangi birine gideniniz, en azından gitme arzusu duyanınız olursa paylaşırsanız sonsuz mutlu olurum. 
Veni Vidi Vecihi.



28 Kasım 2015 Cumartesi

Aylak Kızın Haftasonu Tavsiyeleri

Bazen hayat çok zor. Tıpkı bu haftasonu olduğu gibi. İnsanın canı evde pijamalarla miskinlik yapmak ,aynı zamanda yağmurda yürümek ve kitap okumak ve sinemaya gitmek ve ve ve bir sürü şey istiyor. 



Bu haftasonu AVM kuşluğu için uygun aslında. Zorlu'da  "moda filmleri festivali"  var. Film gösterimleri arasında sohbetler de oluyor. Festival uluslararası bir festival. Birçok ülkeden kısa filmler gösterilecek. Etkinliğin tamamının ücretsiz olması çok hoş. O değil de esas kahve ve sohbet molalarında tasarımcıları yakalayıp sorasım var: göbek ne zaman moda olacak, 38 bedenden sonra hayat var mı, annemin ceketi vintage sayılır mı...
Bu etkinlik esnasında yağmurdan ,soğuktan ,rüzgardan uzak kalabileceğiz. 

Bir diğer ücretsiz etkinlik de Kanyon'da. Bu haftasonu ( 28-29 Kasım) Kanyon'da canlı müzik var. Örneğin Cumartesi akşamı Mabel Matiz, pazar öğleden sonra Birsen Tezer çıkacak sahneye.
Bu etkinlik sırasında Kanyon'un meşhur esintisi saçlarımızı karıştıracak, soğuğu içimize işleyecek. 



İlaveten, haftasonu Karaköy'de Souq var. Pazar yani. El yapımı ürünler pazarı. Ama tabi yükselen değer Karaköy'ün pazarında nerdeyse her yerde gördüğünüz dandik ötesi deri bileklikleri veya tahta tepsileri bulacağınız endişesine kapılmayın. Şöyle söyleyeyim: kişiye özel tasarım motosikletler, retro çocuk kıyafetleri, vintage valizler, el yapımı lambalar, çokkk acayip takılar ağzınızı açık bırakacak. Yılbaşında hediye bütçeniz rahatsa, artık kupa veya atkıdan farklı bir objeye yönelebilmeniz için erken bir fırsat. 

İstanbul'da aylaklık yağmur çamur dinlemiyor. Yeter ki kişi aylaklığı tembellikle karıştırmasın. Yazar Jerome K. Jerome'un dediği gibi:
"Birçok tembel ve ağırkanlı insan olduğu doğru ama hakiki anlamda aylak nadir bulunur. Aylak kimse elleri cebinde tembellik yapan birisi değildir. Tam aksine aylak kimsenin en şaşırtıcı özelliği onun daima yoğun olmasıdır. " 

23 Kasım 2015 Pazartesi

Günlüğü 100 Dolar'dan Ölmeye Ölmeye Ölmeye Geldik

" Beşiktaş taraftarlarının İnönü Stadı'nda kale arkası eski açık tribününde kendilerini gösteren Çarşı grubunun oluşturduğu Asya Kartalları'nın amigoları Azerbaycan'ın Qabala kulübüne transfer olmuş. On beş Asya Kartalı, Azeri Qabala seyircilerine tezahürat dersi veriyormuş. Kulüp, transfer ettiği amigoların uçak biletlerini, konaklama, yeme, içme masraflarını karşılayıp ayrıca ceplerine günlük 100 Dolar harçlık koyuyormuş. Bu da yetmedi, evli amigoların eşlerinin ekstra uçak biletlerini de karşılıyormuş. Ayrıca, Qabala berabere kalır veya kazanırsa bizim amigolar prim de alıyormuş. " 

Bu haberi gazetenin spor sayfasında bir kaç gün önce okudum. Enteresan geldi. Geçtiğimiz Ekim ayında bir haftasonu Londra'da Fikir Savaşları diye bir tartışma etkinliği yapılmıştı. " Para sporu bozar mı" sorusu orda konuşulan başlıklardan biriydi. İnsanların spor yapması için tesis şart. Bu açıdan bakınca "parasız spor nasıl olacak ki zaten" diyesi geliyor insanın. 

Dudak uçuklatan transfer ücretleri, primler, teşvikler alan ama her kafa topunda da binlerce beyin hücresi zarar gören futbolcuları düşünüyorum. Cebinde üç kuruş para ,  sırtında dandik bir montla saatler öncesinden tribünleri dolduran taraftarlar aklıma geliyor sonra. Hangisinin daha sporsever olduğunu kestiremiyorum. 

Kendi Galatasaray taraftarlığımın ortaokulda Prekazi fotoğrafı toplamak düzeyinde kaldığını belirtmek isterim. Yani siz bu yazıyı okurken benim çok uzaklardan atıp tuttuğumu da biliniz. 

İşte bu ahval ve şerait içinde spor, para ve taraftarlığı kafamda oturtmaya çalışırken on beş tane Beşiktaş Çarşı grubu taraftarının para karşılığı gidip başka bir takıma amigoluk yapması bana abilikten çok "profesyonellik" gibi geldi. Kızmasınlar ama, cenazelerde para ile tutulup getirilen ağlayıcılardan farksız olduklarını düşünmeden edemiyorum. 

Bazı kafelerin ajanslardan düzgün tipli kızları , erkekleri getirip mekanın göz önündeki masalarına serpiştirdiğini duymuştum. Döner sandviç karşılığı gittikleri mitinglerde kan ter içinde saatlerce dikilen kalabalıklar da buna benzer bir uygulama. 

Benim de bir fikrim var aslında. Düğünlere coşku katacak Almancı kuzen görünümlü delikanlılar veya dedikodu malzemesi yaratacak dozajında fingirdek iş arkadaşı görünümlü hoş hatunlar tedarik eden bir ajans düşünüyorum.



Bu iş nereye varır, hanımlar beyler? Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla diye bir laf vardı bir zamanlar. Ne oldu? Anlaşılan sanal alemden alışık olduğumuz fake hesaplar artık "gerçek" hayatta da karşımıza sık sık çıkacak. 

20 Kasım 2015 Cuma

Zorbalığa Hayır!


"Çekingen bir insan mutlu bir insan değildir. Yanlış anlaşılmak çekingenin kaderidir. Birçokları çekingen insanın utangaçlığını küstahlıkla karıştırır. 

Çekingen insan yalnız insandır. Yeryüzünde yaşar durur ama ona karışamaz. Diğerleriyle arasında hep bir bariyer vardır. Hoş sesleri görür, hoş sesleri duyar ama elini başka bir eli tutmak için karşıya uzatamaz. Olduğu yerden eğlenceli grupları izler ve onlarla konuşmak yakınlık kurmak ister. Ama onlar kaygısızca laklak ederken kendisini pas geçerler ve o da onları durduramaz. 

Çekingen insan orada dışlanmış gibi uzakta kendi başına bekliyordur. Ruhu sevgi ve özlem doludur ama dünya bunun farkında değildir. 

Çekingenliğin demir maskesi yüzünü perçinlemiştir ve arkasındaki insan görülemez. Dudaklarına arkadaş canlısı sözcükler ve candan selamlamalar gelir, ancak bunlar çelik kıskaçların arkasında duyulamayan fısıltılar haline gelip ölürler. 

Çekingenlik kesinlikle aptallığın bir belirtisi olmayıp yalnızca aşırı hassasiyet anlamına gelir. "

Yukarıdakilerin tamamı alıntı. Jerome K Jerome'un 1886'da yazdığı " Aylak Bir Adamdan Aylak Düşünceler" isimli kitabından çekingenlik üzerine yazdıklarından bir bölüm. 

Çekingenlik her yaşta zor, ama çocukken hepten zordu. Çekingen bir çocuksan, dalga geçilme korkusuyla cevabını bildiğin halde öğretmenin sorularına parmak kaldırmazsın. Arkadaşların sana iyice gıcık olmasın diye yaptıkları aptalca hataları düzeltmezsin. Az ötede duran birilerine -nasıl olsa duymazlar diye- seslenmezsin.



Öğrencilik hayatım boyunca çekingendim. Üç beş yakın arkadaş edinenildim. Kantindeki eğlenceli grupları uzaktan izlerdim. Yakınlık kurmak istediğim pek çok kişi oldu ama yazarın dediği gibi suratımdaki o çekingenlik maskesi dilimin ucuna gelenleri söylememi hep engelledi. O yaşlar, ergenlerin kendini yanındakine ispatlamak için karşısındakini bozduğu senelerdi. 
Kırk yılın başında çekingenlik maskemi yırtıp aklımdaki espriyi cılız sesimle bir grupta paylaşmaya kalktığımda ise söylediğim müthiş komik cümleyi ancak en yakınımdaki duyar, gür bir şekilde gruba haykırırdı. Güldükleri lafın kime ait olduğunu sadece ikimiz bilirdik ve yanımdaki bunu kafaya takmazdı. 

Arkadaşlarımın çocukları arasında okula başladıktan sonra kekelemeye veya gece çişini altına kaçırmaya başlayanlar oldu. Çekingenlikten değil belki , konunun uzmanı değilim ama okulda canını sıkan birşey olduğunu tahmin ediyorum. Malesef bütün çocuklar birer iyilik perisi, nezaket ve sevecenlik muskası değiller. O küçük yaşlarına , o sevimli suratlarına uymayan, boylarını aşan bir zorbalık sergileyebiliyorlar. Okullarda akranlar arası yaşanan zorbalık bence ciddi bir konu. 

Zorbalık iki türlü olabiliyor; doğrudan ve dolaylı. Doğrudan zorbalık, vurma, tekmeleme, ısırma, çimdikleme gibi fiziksel saldırılar, çirkin yüz ifadeleri ve el kol hareketlerini kapsıyor. Öğretmenlerin veya anne babaların bunu tespit etmesi veya müdahale etmesi daha kolay. 

Dolaylı zorbalık ise çocuğun sosyal olarak yalnızlaştırılması, gruptan dışlanması gibi davranışları içeriyor. İsim takma, alay etme, küçük düşürme, gruptan dışlama dolaylı zorbalık örnekleri. Geçen yaz oturduğum kafeye üç liseli kız gelmişti. WhatsApp'tan kurdukları gruptan mesaj atıp ertesi günü kimsenin Eda ile konuşmaması için arkadaşlarını örgütlüyorlardı. Bunun tespiti ve giderilmesi daha karışık bir durum. 
Arkadaşlarına vuran , tekmeleyen çocuğa verilecek tepki çok net olabiliyor. Halbuki arkadaşlarına isim takan ,dalga geçen ,onları dışlayan yalnızlaştıran çocuklara verilen tepki olayın hangi semtte, hangi okulda, kimin çocuğuna karşı gerçekleştiğine göre değişebiliyor. Çekingen arkadaşlarının kalbini küçük düşürücü esprilerle kıran ergenlere yarının kendinden emin ,özgüveni tam ,girişken ,yarışkan ve vuruşkan büyükleri gözüyle bakılabiliyor. 

20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü'ydü. Yaşama ve barınma hakları kadar eğitim hakları da kutsaldır çocukların. Gönül ister ki, dünya üzerinde  okula gitmeyen çocuk kalmasın.  Okullarda doğrudan veya dolaylı zorbalığa göz yummamak ise biz  büyüklerin görevi diye düşünüyorum. 

19 Kasım 2015 Perşembe

Vurur Yüze İfadesi, Tarifi Burda Bitanesi

Starbucks'larda veya daha minnoş , duvarları tuğla , yerleri çini desenli kafelerde içtiğimiz americano , cappuccino, latte, macchiato, flatwhite, cortado'ların hepsi espresso bazlı kahveler olarak geçiyor. Yani bir ( veya bazen isteğe göre 2) shot espressonun üzerine su/ süt/ süt köpüğü/ krema'nın değişik miktarlarda ilavesiyle isimleri birbirinden alengirli içecekler çıkıyor ortaya. Ama çıkış noktası hep aynı; espresso. Espresso denilen de 30 ml sıcak suyun 7 gr sıkıştırılmış kahveden 25-30 saniyelik bir süre içersinde geçirilmesiyle hazırlanıyor. 
Yani duruma gore 10-15 TL'ye içtiğimiz kahvede epi topu 7 gram " kahve" var.



Geçen hafta dikkatimi çeken kafelerden biri Beşiktaş'ta açılan " 7 gr Coffee" bu gerçeği yüzümüze vurur gibi. ( vurur yüze ifaaadesi... diye başlamayacağım korkmayın. Ama bu cümlenin sayesinde bu yazı daha çok kişi tarafından okunacak :) )

Bence tarifi bu kadar basit ve ortada olan birşeyin kimi yerlerde tadının berbat olabilmesi ve yine kimi mekanlarda bağımlılığa yol açması bu işin içinde rakamlardan daha fazlasının olduğunu gösteriyor. 
İlgi, sevgi, merak, emek olabilir mi?

Sayılarla kafa bulan bir diğer kafe ismi: 60 Beans
Topağacı'nda rastladım. Çok merak ediyorum burayı ama bir ay düzenli spor yaparsam 60 Beans Cafe'de bir kahve ödülüm var kendime. Henüz parmağımı oynatmadığımı göz önünde bulundurursak ben daha çok önünden geçerim bu kafenin. 


Beethoven'ın günlük ritüellerini anlatan bir yazıyı okurken adamın kahve alışkanlığı beni dumura uğratmıştı. Mükemmel bir kahvenin ancak ve ancak 60 adet kahve çekirdeğiyle hazırlanabileceği konusunda o kadar sabit fikirliymiş ki ünlü müzik adamı, işi gücü besteyi güfteyi bırakır oturur kahve çekirdeklerini bizzat sayarmış. Ne eksik, ne fazla, 60 adet olacak. İçeceği kahve konusunda bu kadar titizlenen nevi şahsına münhasır zaat, sanmayın ki mutfakta harikalar yaratırmış. Tam tersi, o kadar beceriksizmiş ki, bir sebeple tartışıp kovduğu hizmetçisini aynı günün öğleden sonrasında yeniden işe başlatmış. İki yumurta kıramamış sanırım. 
Günümüzde Beethoven'ın yaptığı gibi 60 çekirdekle kahve hazırlayıp epey sert bulanlar olmuş. Yani beyler, adam Beethoven. Ne bekliyordunuz?

Nişantaşı'nda iki tur atıp gördüklerimi yazmışım gibi olacak ama isminde sayı olan, mutfak sırlarından birini direk tabelaya koyan bir başka mekan da Topağacı'ndaki pizzacı: 400 C
Odun fırınında pizzaları pişirdikleri sıcaklığı tabelada bizimle paylaşmışlar. 

Rakamlar, formüller, reçeteler, tarifler bir yana yeme içme işinde nacizane gözlemim şudur ki; at gözlüğü takmayan, müşterisinin nabzını iyi tutan, trendleri takip eden, sadece şimdiyle ilgilenmeyip yarına da kafa yoran, okuyan, takip eden, merakını dizginlemeyen, araştıran, deneyen ve bunu yaparken biz müşterileri kasmayan, aptal yerine koymayan işletmeler kazanıyor. 

Olay sadece Instagram'da hesap açmak, bloggerları ağırlayıp sanal ortamlarda şanını yürütmek değil. Kendi hardalını, mayonezini, dondurmasını, turşusunu kendisi yapan yer de var, amerikan salatasını BİM'den alan da. ( BİM'le problemim yok, yanlış anlaşılmasın) Duruşuyla tavrıyla kendisinin bir tık yukarıda olduğunu iddia eden işletme, mikrodalgada ısıttığı yemeğin yanına bir dal rosemary (biberiye) ekleyip #gurmelikbizimişimiz demeyecek. Müşterisinin görgü, bilgi ve birikimini hafife almayacak. 

Bütün rakamlardan, tabelalardan, tariflerden, mekana gelen "ünlü"lerin fotoğraflarıyla süslü sosyal medya hesaplarından, hepsinden daha önemlisi bu:
Merak, emek, ilgi, sevgi, saygı.