30 Temmuz 2015 Perşembe

Film Procesi


Elimde çok güzel bir hikaye var, film yapmak istiyorum. Gerçekten yaşanmış olaylara dayanıyor. İkibinli yılların başında geçen düşük bütçeli ,Türk- Japon ortak yapımı bir film olacak. Bütün Japonları aynı kişi oynayacak. Hepsi birbirine benzemiyor mu zaten, gözlük ve takma sakalla bu iş hallolur. Esas zor olan,  başrolü Şener Şen'in gençliğine (Badi Ekrem) oynatmak istiyorum. Onu nasıl yapıcaz, düşünmem lazım. 

Konu ve filmin adı aynı : Japonları Kandıran Türk



Açılış sahnesi: Beyaz önlüklü ,gözlüklü ve keçi sakallı Japon şöyle der: "Japonya'nın en prestijli okulu olan Tokyo Üniversitesi 130 yıllık tarihinde  böyle bir şey yaşamadı"

Kamera masanın üzerindeki gazetelere zoom yapar: Türk bilim sahtekarı şoku!

Şimdi size biraz olayı anlatayım, dediğim gibi bu tamamen gerçek bir hikaye. “Uzay Asansörü” adlı projesiyle Japon ve dünya basınına konu olan, NASA’da iki yıl astronotluk eğitimi alarak “İlk Türk astronot” olduğu iddiasıyla ortaya çıkan S.A. 'nın 2003 yılında Tokyo Üniversitesi’ne verdiği doktora tezinin yüzde 40’ı “aşırma” çıkınca bir anda tüm şimşekleri üzerine çekti. Türk Ulaştırma Bakanlığı’nın kendisini NASA’ya gönderdiğine dair belgenin de sahte olduğunun belirlenmesinin ardından yardımcı doçent olarak görev yaptığı Tokyo Üniversitesi, 37 yaşındaki Türk’ün doktora tezini iptal etti, üniversite ile ilişiğini kesti. Rektör Junichi Hamada, (gözlüklü sakallı olan) “Şok içindeyiz. Bu inanılmaz bir durum. 130 yıllık tarihimizde hiçbir doktora tezini iptal etmedik, kimseyi görevden atmadık” dedi ve doktora tezini kabul eden heyet hakkında da soruşturma başlattı. Badi Ekrem'in internet sitesinde yayınladığı astronot fotoğrafının da fotomontaj olduğu ortaya çıktı. Illinois Üniversitesi ve İTÜ mezunu olduğunu belirten Türk’ün, bu okullarla da bir ilişiği olmadığı tespit edildi.


İkinci sahne, Badi Ekrem'in bir Türk arkadaşıyla röportaj. Bu adamı da Şener Şen oynasın. Saçını ortadan ayırıp yapıştırır, gömleğinin bütün düğmelerini kapattırıp kalın camlı bir gözlük taktırırız. Adı Hayri olsun. 

Hayri: "Onun bir yalancı olduğunu herkes bilirdi. Ama yalanlarıyla çok eğlenirdik. Bir keresinde odasında sahte bir NASA kimliği hazırlarken bile gördük. Bu yalanlarının eninde sonunda başına bir bela açacağı belliydi” 

Devamlı hatırlatma gereği duyuyorum, bunlar aynen bu şekilde yaşanmış. Bakın "Badi Ekrem" neler uydurmuş ve aslında neymiş: 
* Türkiye’nin ilk resmi astronot adayı olarak Ulaştırma Bakanlığı tarafından NASA’ya gönderildim. 2 yıl astronotluk eğitimi aldım. (Belge ve fotoğrafı sahte çıktı)
* Beni NASA’ya Türk Hava Kuvvetleri Komutanı tavsiye etti. (Alakası yok)
* Türk Milli Kayak Takımı’nda yer aldım. Olimpiyat madalyası kazandım. (Hayal ürünü)
* Illinois Üniversitesi ve İTÜ mezunuyum. (Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık mezunu)
* 2003 Sapacean Uzay Konferansı’nda bildiri sundum. (Katılımcı bile değildi)
* Japon Uzay Fiziği Departmanı Başkanıyım. (Öyle bir departman yok)
* Amerikan Onur Madalyası sahibiyim. (Birkaç bin dolara satın alınabilen bir ödül çıktı)
* Tokyo Üniversitesi’nin ilk yabancı yardımcı doçentiyim. (Başka birçok yabancı yardımcı doçent görev yapmış)

Kapanış sahnesi, bizim Badi, güneyde bir tatil köyünde, güneş gözlüğü, çiçekli gömlek önü tamamen açık, elinde kokteyli ile kameraya döner ve şöyle der: 
"Bir doktora öğrencisi olarak yazdığım ilk tezdi. O yüzden de alıntı yaptığım yerlere numara verip kaynak belirtme olayından haberim yoktu. Basit bir hatamdan kaynaklandı. Zaten işten ayrılmak için başvurmuştum. Astronot fotoğrafı da Houston’da eğlence için yapılmış bir fotomontajdı, biyografimde yer vermek hataydı. Yani onlar beni göndermedi, ben zaten bırakacaktım. "

Kokteyl ve çiçekli gömleği ben uydurdum ama yemin ederim aynen böyle demiş pişkin herif :)





13 Temmuz 2015 Pazartesi

Hava ve Ruh Durumu

Anladım ki bana sıcak ve karmaşa dokunuyor. Bugün serin ve sakin bir Karaköy kafesinde kafam çalışmaya elim kalem tutmaya başladı. 25 derece santigratın üzerinde error veriyorum. Hatırlıyorum da geçen yazki çılgın Erdek tatilim boyunca da günün en hararetli saatlerini otel odasındaki çift kişilik ve daire şeklindeki yatağımda değişik açılardan kendimi klimaya teslim ederek geçirmiştim. Şu kadarını söyleyeyim, yuvarlak bir yatağın fantezi boyutunu bilemem ama hiç bir pratik artısı yok. Terliklerimi ne tarafta çıkarmıştım diye ordan oraya yuvarlanmak insana kendini çok aptal hissettiriyor. 

Karaköy'de Dandin Bakery diye bir yerde hurmalı kek yiyor ve filtre kahvemi yudumluyorum. Tuvaletteki yaseminli Rebul kolonyasının üzerimdeki tazeleyici etkisi devam ediyor. Önümdeki masaya biri sarışın diğeri esmer iki yabancı çocuk oturdu. Turist gibi gözükmüyorlar, her ikisi de laptoplarını açtı , kendi aralarında da İngilizce konuşuyorlar. Amerikalı olduklarını düşünmüyorum. Evet, evet turist değiller. İşsel birşeyler konuşuyorlar. İki gün sonra sunum varmış. Hadi hayırlısı gençler. 

Çaprazımda tek başına oturan da yabancı. Ayakkabılarını çıkardı. Bir sürü kartpostal yazdı ve pullarını yapıştırdı. Gölgede olmasına rağmen güneş gözlüklerini hiç çıkarmadı. Soğuk kahvesini ve pul yalama işini bitirince ayakkabılarını giyip gitti. Kalktığı masaya iki kız yerleşti. Bu sefer de  kızlardan biri parmak arası terliğini ayağının ucunda sallamaya başladı. O masada insanları çıplak ayak olmaya teşvik eden bir durum var galiba. 

Buraya gelmeden önce Beşiktaş Akaretler'de Minoa'daydım. Harika bir kitapçı. Hiç aklımda yokken "sebzelerin efsanevi tarihi" diye bir kitap alıp çıktım. Şöyle diyor kitapta: sebzeler hep anne ihtarlarında ya da tıbbi tedbirlerde karşımıza çıkar. Dolayısıyla zevkin tarafında değil yararın tarafında, gastronominin tarafında değil diyetin tarafında, çocuksu oburluğun değil, yetişkin akıl yürütmenin tarafında ortaya çıkar. "

Ben böyle entel kuntel kitaplara bakarken yirmili yaşlarda marka tshirt ve spor ayakkabı giyen iki delikanlı limonata içmek üzere Minoa'nın kafesine oturdu. Önce bir tanesi nasıl yattığı yerden, işyerine gitmeyip yalandan staj yaptığını anlattı. Sonra diğeri " benim bir ara bir hatun yapmam lazım" dedi. On dakikalık bu samimi sohbetin ardından her ikisi de akıllı telefonlarının renkli koridorlarında kayboldular. 

Evde don paça takıldığım günlerde oflaya puflaya TV seyrederken Ramazan'da programların kısır döngüye girdiğini gördüm. Herkes deli gibi tatlı, börek, hamurişi tarifi veriyor bir yandan da Ramazan'da ağır yemeyin diyen doktorlarla saat dolduruyorlar. Yüzüme karşı git diyorsun ama, sanki gözlerin kal der gibi gibi. 

Her çıkışın inişi olduğu gibi bu serin ve sakin modun da bir dönüşü var elbet. Sıcak, kalabalık ve aromatik bir yolculuk beni bekliyor. 

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Şükür kavuşturana

"Londra'dayken neredeyse hergün yazıyordun. Memlekete döneli on günü geçti, hiç sesin çıkmadı" mı diyorsunuz? Öyle yapmayın da, "şükür kavuşturana" deyin. 

Şükretmek, bizim seyretmediğimiz TV kanallarının düşük profili dizilerinde geçen yapmacık bir durumdu. Kadın yer sofrasında oturur, önündeki bir tas çorba için şükrederdi. Bizse yediğimiz, içtiğimiz, yaşadığımız, gördüğümüz, sahip olduğumuz herşeyi o derece kanıksamıştık ki kıymetli beynimizdeki teşekkür merkezi böyle şeyler için lütfedip devreye bile girmiyordu. Biz sadece bizde olmayanlara odaklanmıştık. Bizde olmayan para, ev, araba, telefon bir yana, başkasında gördüğümüz eş, çocuk, iş, aile bile içimize dert olabiliyordu. Onlar kadar kitap okumadığımız için, mükemmel İngilizce konuşamadığımız için, bazı filmleri ve sanat eserlerini  anlamadığımız için hep kendimizi eksik gördük. 

Derken kişisel gelişim kitapları ve uzmanları çıktı. İnsanlar kendileriyle olan dertlerini halletmek için öncelikle kendilerini hırpalamaktan vazgeçmeleri gerektiğini anladı. Eksikliklere odaklanıp sinir stres sahibi olma, hayatındaki var olan güzellikleri gör, şükret dendi. 

Batının sadece teknolojisini alacaktık ya, şükürler olsun ki adamlar şükür teknolojisi de geliştirmiş. Hergün şükredecek beş şey bulup yazmanız için bir çeşit günlük. "Gratitude journal application" diye aradığınızda akıllı telefonlara indirilebilen çeşit çeşit uygulamalar olduğunu göreceksiniz. Celebrityler de şükrü dillerinden düşürmüyor. Katy Perry, Paris Hilton içtikleri sabah kahvesi için, güzel hava için teşekkür dolu mesajlar yayınlıyor. Fotoğraflar paylaşıyor. 

Umarım son iki üç yılın yükselen değeri olan "şükretmek" asla "out" olmaz.