30 Kasım 2022 Çarşamba

Bakteri

 

Bakteri

Tepesinden kahkahalar atarak geçen martılara gözlerini kısarak baktı. Hava buz gibi soğuk, gökyüzü beyaza yakın bir grilikteydi. Vapurun açık kısmında burnu kızarmış, kulakları donmuş vaziyette oturuyor, yüzünü neredeyse hissetmiyordu. Sonunda indi. Beşiktaş’da karaya ayak basar basmaz rüzgarla, dalgayla, karabatak ve martılarla dağıttığı bütün meseleler kafasına yeniden üşüştü. “Bu termofilik bakteriler niye böyle yaptı ya, rezil ettiler beni elin Alman’ının karşısında."

Karısı Dilek, deneylerinde kullandığı bakterileri belediyenin lağım arıtım tesisinden temin ettiğini öğrendiğinde bütün gün surat asmış ve öğürmüştü. “Bok işte, bildiğin bok. Öf Tayfun, iğrençsin ya!” Instagramda  sevgi, şefkat ve farkındalık dolu içerikler paylaşan bu kadın beni ne zaman fark edecek acaba diye içinden geçirmiş dışından susmuştu her zamanki gibi Tayfun. “Kocan senin badem sütü, organik çilek ve airfryer taleplerini karşılamak için ne bok yiyeceğini şaşırdı” diyememişti.  Diyemedikleri Beşiktaş’dan Üsküdar’a yol olurdu ya hadi neyse.

Bakteriler Alman patronun karşısında ortamı otogar tuvaleti gibi kokutmanın ötesinde bir işe yaramamışlardı. Halbuki kendilerinden beklenen, fabrikanın siyaha çalan mor renkteki atık suyundan alınan numunenin rengini açmalarıydı. Yaşanan durum  yabancılar gelmeden önce adabı muaşeret anlatıp  saçlarını yana taradığınız çocuğun misafirin yanında burnunu karıştırıp halıya işemesi gibi bir şeydi. 

Boğazda tekne turuna müşteri toplamaya çalışan adamların arasından geçti. Birazdan kalkacak olan Üsküdar motoruna yetişmek için üzerine doğru dört nala koşanları çalımladı. Eve gidip Dilek’e muhtemelen yarın işten çıkarılacağını söylemek için hiç acelesi yoktu. Işıklardan karşıya geçip büfeden sigara aldıktan sonra balık pazarına yöneldi. Tezgahlara ustalıkla sıralanmış çeşit çeşit balıklara, karideslere bakarken telefonuna gelen mesajla irkildi . “Kovuldunuz. Bu yirmi litre lağım suyunu da evinize yolluyoruz” filan gibi bir şey görmekten korkuyordu. Neyse ki mesaj Dilek’tendi. “Akşama tok gel Tayfun, ben aralıklı oruç diyetine başladım, başım çok fena tuttu, yatıyorum." Arka sokaktaki küçük mekanlardan birinin masasına oturdu. Rakı istedi. Yanında peynir ve kavun. Yan masadaki kadın önüne gelen bol yağda kızarmış patatesleri ve kalamarları iştahla yemeğe başladı. Bir fotoğrafını bile çekmeden! Hashtag meştek yapmadan, bam bam bam! Tayfun çuprasının yanına roka domates söyledi. Kadın ikinci biranın yanına çerez. Dilek makyajını yapıp saçını topladıktan sonra mumlarını yaktı ve canlı yayın açtı. Tayfun “selam versem mi” diye geçirdi içinden. Kadın iskemlesine yasladığı kılıfından gitarını çıkardı. Parmaklarını gezdirdi tellerde. Başını kaldırıp kahküllerinin arasından parlayan gözleriyle selamladı Tayfun’u. “Sen geçerken sahilden sessizce, gemiler kalkar yüreğimden gizlice”yi söyledi. Sakin sakin. Hasta bir çocuğun ateşli alnını okşar gibi. Sonra gitarını kılıfına geri koydu ve hesabı istedi. Gelmesini beklerken elleri montunun cebinde seslendi. “Ben yarın Amerika’ya gidiyorum.” Başka bir şey demedi. Uzun bir sessizlikten sonra adam masasından bağırdı. “Beni de yarın işten çıkaracaklar”. Kadın çoktan gitmişti. Tayfun’u sadece küllükleri boşaltan garson çocuk duydu. “Ah be abi hayat çok boktan.”