27 Ağustos 2015 Perşembe

Aylak Mavi

Bir gece otururken, sevdiğim defterim ve kalemimle göz göze geldik. Ortaya bu çıktı.




13 Ağustos 2015 Perşembe

Yaz Bekarı Burhan Bey

Son yazıdaki kısa kollu gömlek giyen baba açıklanamaz bir ilgi gördü. Bugün yine ordan devam. Kısa kollu baba bu sıcakta evden çıktı. Elinde D&R poşeti, belinde kemerine takılı telefon kılıfıyla otobüs durağına doğru yola çıktı. Poşette pet şişede suyu ve yeğeninin çalıştığı ilaç firmasının adı yazan beyaz bez bir şapka vardı. Gelen ilk boş otobüse bindi. Ne de olsa otobüs ona bedavaydı. Klimalı toplu taşıma gibisi yoktu. Bir de gölge tarafta koltuk varsa daha ne olsundu. Torbadaki şişeden birkaç küçük yudum aldı. Bir sonraki duraktan binen terlikli ve yüksek sesli erkek turist grubuna içinden öfledi. Böyle şeyleri içinden yapardı. İçinden kızar, kınar, ayıplar , Allah'a havale ederdi. Aktarma yapacağı durağa yaklaşırken otobüsün orta kapısına sendeleyerek zor zar ulaştı. Şoför kullandığı vasıtanın motosiklet olduğunu mu düşünüyordu? Ya da şoför herhangi bir şey düşünüyor muydu? Kısa kollu baba otobüse bindiğinden beri telefondaydı şoför. Birine hesap soruyor ama almak istediği cevabı bir türlü alamıyordu. KKB otobüsten indi. Durak güneşin altında kavruluyor , şeffaf plastik çatısı hiç bir işe yaramıyordu. Şapkayı poşetten çıkardı eliyle biraz olsun şekil verip kafasına geçirdi. İyice ısınan suyundan iki yudum daha aldı. Tramvay gelince serin koltuklara kendini ilk o attı. Şapkayı poşete geri koydu. Gömleğinin cebindeki küçük tarağıyla seyrek gri saçlarını düzeltti. Yatılı okuldan bu yana kimse kısa kollu babanın saçlarını dağınık görmemişti.

Eminönü'ne varınca ilkin Tahtakale Eczanesi'ne gidip "diz hapını" aldı. Caminin tuvaletinde ihtiyacını gördü, elini yüzünü yıkadı. Saçlarını ıslatıp tarağıyla düzeltti. Kurukahveci'den iki paket taze kavrulmuş mis gibi Türk kahvesi aldı. Paketin birini eve dönerken uğramayı planladığı Burhan Bey'e verecekti. Burhan da başka bir kısa kollu gömlek babasıydı. Hanımı ve torunu adadaki yazlıkta , kendisi doktor kızının arabasını muayeneye götürmek üzere birkaç günlüğüne İstanbul'daydı. 

Burhan Bey üstten iki düğmesini açtığı kısa kollu gömleği, hanımın pazardan aldığı kapri boy eşofman altı, Adibas marka gri spor çorapları ile karşıladı bizim KKB'yı. Baba , Burhan Bey'in salaş ve özgün tarzını beğendi. Bu çabasız şıklığı içinden ve dışından takdir etti.  " en güzeli Burhan'cım, bu sıcakta..." dedi. Balkona geçtiler. Karpuz peynir ve patates kızartması yediler. Birbirlerine dizlerinin nasıl ağrıdığını , ağrının nerden girip nasıl ilerlediğini anlattılar. Karşıdaki kuaförün kapısının önündeki taburelerde ,kafalarını telefonlarından kaldırmayan kuaför çıraklarını izlediler. Burhan Bey kahve paketini açtığında kokusu balkona kadar geldi. Kahveleri de içtikten sonra kısa kollu baba " bana müsaade" dedi. Ayağından çıkarmayı unuttuğu balkon terlikleriyle salonun ortasına kadar geldi. Portmantonun aynasında saçlarını düzeltti. D&R poşetini aldı. Evin yolunu tuttu. 

10 Ağustos 2015 Pazartesi

Beyoğlu'nda Bir Pazar Sabahı

Sıcağın ve nemin tavan yaptığı günlerden geçiyoruz. Sırf şu yeni defterim ve kitabımın hatrına, onların kanıma pompaladığı yazma ve okuma arzusuyla Pazar sabahı attım kendimi evden dışarı. Sevenlerim bana hep güzel defterler  hediye ediyor. İşte şimdi onlardan birinin ilk sayfalarına karalıyorum bu satırları. Kırmızı deri kapaklı, çizgisiz, ağırbaşlı bir defter. Hediye eden gibi sakin, sade ve sırdaş.


Sabah 9'da İstiklal Caddesi'ndeydim. Yüzüme çarpan sabah serinliği bok ve kusmuk kokuyordu malesef. Beyoğlu akşamdan kalmaydı. Üzerindekilerle uyumuş, ter ve dandik parfüm kokan güzel bir kadın gibiydi İstiklal Caddesi. İlk kahvesini içene kadar kimseyle selamlaşmayan ,  telefonu şarja takıp hemen ardından ilk sigarayı yakan çatal sesli , kısa tırnakları kırmızı ojeli kadın.

Galatasaray'daki Yapı Kredi binasının birkaç sene sürecek bir tadilata girdiğini , o yüzden Ara kafenin açık alanına oturmanın mümkün olmayacağını biliyordum ama yine de gittim. Zira ben zaten bölgenin ruh hastası kedileri yüzünden hep içerde otururdum. Duvarlardaki siyah beyaz fotoğraflara bakmaya yüz yıldır doymadım. Amma velakin , Ara kafenin ne içi ne dışı kalmıştı. Dört kuru  duvar  ve iki adam, şantiye ortamı, arka fonda seviyesiz amele şakalaşmaları karşıladı beni. Şaşkınlığım geçince adamlara "n'ooluyor burda" diyebildim. Tatilden dönüp hayta oğlunun evde parti vermekte olduğunu gören kısa kollu gömlek giyen  baba gibi. Yan taraf tadilattayken biz de işimizi halledelim demişler. Tabi ki yine kafe olacakmış. Evet fotoğraflar asılacakmış yine. Eylül sonunu bulurmuş açılmaları. Kafama birşey düşmeden, aç susuz Tünel'e doğru yürümeye devam ettim. Aklıma Ravouna Otel'in kafesi geldi. Caddede artmaya başlayan Arap nüfusu sinirimi bozuyordu. Kendimi acilen biryerlere atıp bir çay kahve içmeliydim.


Ravouna'ya  yollanırken beklentilerimi bu derece düşürmeme hiç gerek yokmuş aslında.  Ne çok küçük ne de çok büyük, gayet kaliteli malzemelerle ve özenle hazırlanmış bir kahvaltı tabağı geldi masama. Taze kekik ve zeytinyağı ile lezzetlendirilmiş Çengelköy salatalıkları, bal, kaymak, vs. Karnım tok, sırtım pek, kahvem ve suyum elimin altında, otelin interneti emrime amade vaziyette yaklaşık 2 saat geçirdim orada. İstiklal Caddesi'ni izledim. Kitabımı okudum.



Elimde "Duygusal Yolculuk" diye bir kitap var. Yazarı Laurence Sterne. Gazetenin kitap ekinde Doğan Hızlan pek bir methettiği için ve kitabın adında "yolculuk" olduğu için başladım okumaya. Kitabın kahramanı olan gezgin adam 1760'lı yıllarda Fransa ve İtalya'yı gezintiye çıkıyor. Şöyle diyor  bir yerde: " Yüreği her şeye açık olan kişi şu kısacık ömür parçası içinde ne çok macera yaşayabilir! Görmeye gözü varsa eğer, hayat yolunda ilerlerken zamanın ve tesadüflerin ona her an sunduklarından yararlanabilir."