16 Nisan 2015 Perşembe

Aylak Kızın Keyif Raporu

Güzel günler geçiriyorum. Şükredecek ve unutulmaması gereken tatlılıklarla dolu zamanlar. Canım sıkkın olduğunda kapağını açacağım bir kutuya saklayabilsem keşke bu tazelik, keyif ve neşe dolu havayı. Tek endişem - dalga geçmeyin ama- nazar . Yazılarımı okuyan üç beş kişisiniz zaten , lütfen siz de beni kıskanmayınız. Arkadaşınızın  iyi vakit geçiriyor olması, sizin için de sevinilecek bir durum olsun ve bana olumlu enerjilerinizi gönderin lütfen. Evde oturup oflayıp puflasam hepimiz daha çok sıkılmaz mıydık? 

Birkaç gün önce Fransız Kültür Merkezi'nde haftaiçi sabah 11:00 seansında bir film izledim. Dokuz buçukta oradaydım. Avludaki huzur dolu kafede fransızca şarkılar dinleyerek Parizyen bir kahvaltı yaptım. Kruvasan, reçel, tereyağ, portakal suyu, kahve. Bu kafeden daha önce de bahsettiğime eminim. Burası Taksim'in göbeğinde bir gündüz düşü gibi. Film Fransız taşrasından bir genç kızın moda eğitimi almak üzere Paris'e gelmesi, büyümesi, öğrenmesi , düşmesi ve kalkması hakkındaydı. Tabi  ki bu bir festival filmiydi ve amaç turistik tanıtım değildi. Dolayısıyla sıfır Eyfel, sıfır Notre Dame, sıfır klişe Paris manzarası içeriyordu. Kızcağız bir de bohem kafada, bencil bir fotoğrafçıya aşık oldu. Minnacık bir evde yaşadı ve haftasonları toplu konutlarda oturan manikürcü  arkadaşını görmeye gitti. Filmdeki sevgililerin Normandiya kıyılarında yaptığı uzun pastoral yürüyüşler kaldı aklımda. 
Kendime yaptığım bu kombine  Fransız programdan çok memnun kaldım diyebilirim. 

Festival kapsamında izlediğim ikinci film Küçük Kaos'tu. Bu filmi seçerken tanıtım metnindeki şu kelimelerin davetine kayıtsız kalamamıştım: Versay Sarayı, bahçe, peysaj, dönem filmi.  İsabetli bir karar verdiğimi söyleyebilirim. Kadınlarda kabarık etek ve göğüs dekoltesi, erkeklerde bukleli peruklar , dize kadar beyaz çoraplar ve pudra olan zamanlarda geçiyordu. Kate Winslet sarayın meşhur bahçesinin bir bölümünün peysajını yapiyor, bu arada kendini hem baş mimar efendiye hem krala ispat etmeye uğraşıyordu. Yüzyıllar öncesinde de kadın, kadını çekemiyordu üstelik. Yani zavallı Kate ,o kadar toprak ve çamurla uğraşırken bir de baş mimarın karısının hasetlikleriyle baş etmeye çalışıyordu. Laf aramızda mimarın karısı da boşuna işkillenmiyordu. Ateş olmayan yerden duman çıkmazdı, bu heryerde böyleydi. 

Böylesine parklar ve bahçelerle ilgili bir film izledikten yaklaşık bir hafta sonra Bebek'teydim. Almelek Sanat Galerisi'ndeki "Objektiften Tuvale Nostalji" sergisini gezdim. Fotoğraf sanatının duayeni Ara Güler ve Ressam/Kanun virtüözü Prof. Dr. Erol Deran ilk kez özel bir sergiyle yan yana gelmişler.Bu sergide Ara Güler’in eski İstanbul karelerini, Erol Deran tuvaline aktarmış. Çok keyifle gezdim. Sergiden sonra Bebek'teki bir pasajın içinde yer alan Cup of Joy'da kahve molası verdim. Manzarası hatta penceresi bile olmayan bir yere gider mi insan? Bebek'teyken hem de? Ama tam buğday unlu, armutlu keki çok güzel desem... Cortado yapan henüz başka bir yer bulamadım desem...Pasaj içinde oturmuş, Ara Güler'in tablo gibi fotoğraflarını, o yıllardaki Rumelihisarı'nın eğri büğrü Arnavut kaldırımı sokaklarını düşünürken sol tarafımda bir pembelik farkettim. Kafenin bitişiğindeki çiçekçinin kapısının önüne çıkardığı "şeyler"di bunlar. Katmerli lale olduğunu öğrendiğim bu çiçeklere o kadar hayran oldum ki, fotoğraflarını çekmek yetmedi. Saatlerce onlara bakıp resimlerini yapabilecek bir yeteneğim olsun istedim. Ya da en güzeli günler ve gecelerce onlara bakabileceğim bir bahçem olsaydı... Lale deyince belediyemizin her yere diktiklerini gözünüzün önüne getirmeyin . Bu bahsettiklerim onların yanında o kadar zarif ve kırılgan görünüyorlar ki anlatamam. Teknolojik alt yapıyı zorlayarak buraya bir fotoğraf koymaya çalışacağım. Malesef bloga resim koymak dünyanın en kolay işi değil , en azından benim için . 


Günler, haftalar birbirini kovalıyor . Yakında yaz gelecek. Otobüslerde güneş vurmayan koltukları kapmaya çalışacağız. 

Sarıyer'deki Sadberk Hanım Müzesi'ndeki Pabuç sergisi, Topkapı Sarayı'ndaki Türk kahvesinin 500 yıllık öyküsünün anlatıldığı sergi beni bekliyor. Bunları not etmiştim zaten ama gidilecekler listeme en son giren öyle bir olay var ki, duyunca siz de gitmek isteyeceksiniz. Ah benim Londra'daki canım arkadaşım! Bilirim ki, oğlunun adını Sinan koyacak kadar seversin bu adamı, keşke beraber gidebilseydik bu sergiye.  

Mayıs sonuna kadar, Tophane-i Amire'deki “Mimar Sinan ve Mimari Dehanın Şaheserleri” sergisinden bahsediyorum.Meşhur bir çok ressam, kaşif, filozof, heykeltıraşın sergileri gerçekleşti  ancak adı dünyaca bilinen, tarihimizin en önemli mimarı Sinan hakkında bu kadar kapsamlı bir sergi ben ilk defa duyuyorum. Henüz gitmedim ama okuduklarım beni çok meraklandırdı. Bakın ne diyorlar: "Sergi 10 ana bölümde anlatılacak ve teknolojinin sergileme tasarımına katkı sağladığı tüm enstrümanlar kullanılacaktır. Yediden yetmişe serginin sadece gezilmesine değil, interaktif olarak yaşanmasına da olanak sağlayacaktır."
İstanbul’dan sonra dünyanın başka önemli kentlerinde de sergilenmek üzere yola çıkacakmış. Kanka'cım, oğlanları alıp gidersin Londra'da :)

Gördüğünüz gibi aylaklık rehberlerim sınır tanımıyor!  Hayat kısa. Az zamanda çok gezmek lazım! 

15 Nisan 2015 Çarşamba

Aylak Kızın Mühim Keşifleri


On sekiz Nisan'a kadar ziyaret edilebilecek bir sergiden haberdar etmek istiyorum sizi. Nişantaşı'nda galeriye girme ve sergi gezme fobimi yendikten sonra kim korkar Bebek'te sanat peşinde koşmaktan? Bebek'te  Almelek Sanat Galerisi'nde "Objektiften Tuvale Nostalji" isimli bir sergi var. Fotoğraf  ve tablolardan oluşuyor ,beni heyecanlandıran ve kendimi gitme konusunda mecbur hissettiren ise fotoğrafların Ara Güler'e ait olması! Ara Kafe dışında bir yerde sevgili Ara Güler'in fotoğraflarını görmek iyi gelecek.

Tabi ki, sergi çıkışında kahvemi nerede içeceğimin planını çoktan yaptım. Müthiş manzaralı ve yayla gibi Starbucks'da değil, onun karşısındaki  Yasemin Pasajı'nın içindeki Cup of Joy'da alınacak bünyeye o kafein. Pasaj içinde, manzarasız ve düşük oturma kapasiteli bir mekan ama gidip üstüste iki kahve içtiğim yerlerden biri. Ben kahveme az da olsa süt ekleyenlerdenim ve bu sütün tad ve kokusunun beni rahatsız etmemesi çok önemli. Burası beni bu anlamda oldukça memnun ediyor. 
Sergi çıkışı kendime bir cortado sipariş edeceğim. Yeni keşfim :) Her yerde yok. Hemen tarif ediyorum efendim. 
Cortado, az miktarda ısıtılmış süt eklenerek servis edilen tek shot espresso oluyor.Cortado’da espresso ile 1:1 oranda süt bulunuyor.Bu sebeple minyatür bir cappuccino olarak kabul edilebilir.

Keşif demişken, Nişantaşı'nda Sofa Otel'de  gündüzleri 18:00 - 20:00 arası kadeh şarap 10 TL, Mojito 14 TL.  Çok kalabalık olacağını sanmıyorum. Amaç Nişantaşı piyasasına dahil olmak değilse , uzun zamandır görmediğin bir arkadaşınla Happy Hours'ta az zamanda çok sohbet etmek bence iyi bir fikir olabilir. Alan happy, veren happy :)

Bir diğer buluşumun kime ne faydası olacak emin değilim. Ama çok beğendim, ne yapayım. Çok özel, zarif, havalı. "Hamm" diye bir mağaza dikkatimi çekti. Internet sitelerini de inceyebilirsiniz ama dükkan çok hoş. Tasarım mobilyalar ve aksesuarlar cenneti. Evet, tabi ki pahalılar :(
Eski mobilya  ve perde görmeye Londra'nın bir ucundaki Geffrye Müzesi'ne gitmiştim. Adamların 400 yıl boyunca salonlarını nasıl döşediklerine, duvar kağıtlarına, sandalye modellerine baka baka saatler geçirmiştim. Benim gibi dekorasyon işlerine meraklıysanız, "Hamm" keyif alacağınız bir yer. Değilseniz bile, insan her gün güzel bir şeyler görmeli ya, belki bir gün , yolunuz Nişantaşı City's civarına düşerse, o ihtiyacınızı bu şekilde giderirsiniz. Mobilyalarına verdikleri model isimleri de çok hoş: Leyla, İncebel, Paytak, Elif, Zarife ...

Bu aralar birçoğunuzdan çok daha fazla geziyorum ve görüyorum. Gıpta edenler olduğu gibi, anlam veremeyenleriniz de var biliyorum. Olsun, ben yine de son haftaların aylaklığında yaptığım nacizane keşiflerimi sizinle paylaşmak istedim.

Hayatıma bazı şeylerin girişi çok yakın arkadaşlarım sayesinde oldu. Suşiyi, Buket Uzuner'i, Flat White'ı bana tanıtanlar hep en yakınlarımdı. Üçüne de müteşekkirim...

10 Nisan 2015 Cuma

Aylak Kız Çukurcuma'da


Çukurcuma'da ufak bir gezinti yapmak, biraz fotoğraf çekmek, antikacılara girip çıkmak, eski binalara ait hikayeler uydurmak ister misiniz?

Yağmursuz bir günde ,rahat ayakkabılarınızla yola çıkın. Vakit öğlen olmadan hatta en iyisi saat 10'da Galatasaray Lisesi'nin önünde olun. Buradan aşağı Tünel'e doğru yürüyeceğiz. Saint Antuan Klisesini transit geçmeyelim. İçeri girelim, mum yakalım ve orada sessizce biraz duralım. 
Odakule'yi ve Turkcell'i geçelim. Solumuzdaki Denizler Kitabevi'ne saygı ve sevgilerimizi sunalım. Onun hemen yanındaki Ravouna Otel'inin kafe barını not edelim. Çok klasik bir havası var. 

Postacılar Sokağa sapıp İstiklal Caddesi'nden ayrılalım. Önümüze çıkan ilk güzellik Glavani Apartmanı olacak. Acele etmeyelim, burda biraz hayal kurmayı deneyelim. Bu evde büyüyen bir çocuk olsak, yazın İstanbul'un yapışkan sıcağından kaçıp ,bu duvarların arkasında serin öğle uykularına nasıl teslim olacağımızı gözümüzde canlandıralım mesela. 
Glavani'nin ordan bir sağ ve sol yapalım. İşte bol bol fotoğraf çekmek isteyeceğiniz bir ara sokak. Renkli duvarlar, grafitiler, yosun tutmuş taşlar, sıvası dökülmüş binalar... Biz buraya kuzenlerle gelir, hayali rock albümümüz için gizemli fotoğraflar çekerdik. Bu parke taşlı eğri büğrü yolun bizi ulaştıracağı meydanın şiir gibi bir adı var: Küçük İtalya
Bu meydanın tadını çıkarın. Acele etmeyip bir kaldırım kenarına veya merdiven köşesine ilişip kendinizi İtalya'da zannedene kadar bekleyin.

Yürümeye devam ederken Tomtom Suites'in önünden geçeceğiz. Buradaki "Nicole" Restaurant'ı not edin. Hakkında iyi şeyler duydum. İnşaatı devam eden Tomtom Gardens'ın önünden geçip Tomtom Kaptan Sokak tabelasının köşesinden sola yukarı doğru yürüyeceğiz. Bulunduğumuz cadde Boğazkesen Caddesi. Sürgit Ticaret'in orda yol ikiye ayrıldığında sağdan devam edeceğiz. Cezayir Sokağı'nın girişini geçerek hafif yokuş yukarı tırmanacağız. Buralarda güzel resimler çekmek mümkün. Dar, kıvrımlı bir yol ve iki yanında dizilmiş eski, dar cepheli, güzel binalar var. Sağda "Pavlika" isimli dükkana dikkat. Mektup zarfı şeklinde ve kişiye özel yaptıkları seramik tepsiler çok değişik. 
Yukarı doğru yürümeye devam ederken solunuzda Zenovitch Apartmanı'nı kaçırmayın (House Hotel) Güneşli bir günse, binanın sarısı fotoğraflarda çok güzel çıkıyor. Az yukarıda da "Nefeshane" var. Inspirational breathwork :)


Faikpaşa Caddesi'nden devam ediyoruz. Antikacılara girip çıkabilir, izin alarak fotoğraf çekebilirsiniz. Sağdaki Gültuğ Antik'e bir bakın derim. Eski çantalar, tahta bavullar ve masa lambalarıyla dolu. Diğer dükkanlardan farklı geliyor burası bana. Sahibesi sanki oradaki hiçbirşeyin satılmasını istemiyor gibi.

Tüm bu tarih kokan mekanların arasında karşınıza çıkan Mehmet Kutlu Seramik Galerisi'ne zaman ayırmanızı tavsiye ederim. Modern ve yalın çizgileri ,onca incik boncuk ve püskülden sonra iyi gelecektir. Ev hediyesi için Paşabahçe ve Mudo ekseninden çıkmak istiyor ve kesenin ağzını açmayı göze alıyorsanız burayı da not edin. 

Pied de Poule tabelasından sağa dönün ve fotoğraf makinanızı hazır edin. Bu arada ben de sizin için dua edeceğim ki sokakta abuk subuk bir minibüs park etmiş olmasın. 
The Works'u solunuzda göreceksiniz. Ağır, ağdalı, rutubet kokulu bir antikacı gibi değil burası. Hatta bana daha çok çocukken ipe sapa gelmez şeyleri biriktirdiğimiz kutuları hatırlatıyor. Ayrıca büyük, sarı bir musluk şeklindeki tabelası ,sokağın genelini oluşturan tarihi doku ile fotoğraflarda güzel bir uyumsuzluk oluşturuyor.


Böylece dar ama işlek bir dörtyol ağzına gelmiş olacaksınız. 
Karşınıza çıkan 49Çukurcuma'da mutlaka pizza yiyin. Çok kötüler. Nutella'lı pizza yapıyorlar.Fenalar!





Yürümeye devam ederseniz Corinne Otel sağınızda kalacak şekilde ilerleyip Tarihi Galatasaray Hamamı'na ulaşacaksınız. Buradan artık istemeye istemeye İstiklal Caddesi'ne çıkacaksınız. Aşağıda yaşadığınız estetik duygusu azalarak yok olacak. Çevrenizdeki insanlar Fransızca ve İtalyanca yerine Arapça konuşmaya başlayacak. 

İki hafta önce Beyoğlu'ndaki bir randevuma hayli erken gidince oyalanmak maksadıyla kendimi bu sokaklara bıraktım ve hiç ummadığım kadar iyi vakit geçirdim. Önceliğiniz fotoğraf çekmekse mümkün olduğunca erken bir saatte oralarda olup, araç ve insan trafiğini bertaraf etmenizi tavsiye ederim. Yok eğer gitmişken antikacılara, galerilere de girelim, çay kahve içelim derseniz, Çukurcuma aylaklığınızı biraz daha öğle saatlerine kaydırabilirsiniz . 

Herkese keyifli geziler dilerim:)

Aç adam kendini kadınlar hamamında mı sanır?



Dün Suudi Arabistan'da biri erkeklere ,çok aç kalırlarsa karılarını yemesini söyledi. Bugün ülke olarak bu söylemi ve söyleyenini tanımadıklarını açıkladılar. Ama ok yaydan çıkmıştı, malzeme şakaya, kakaya her türlü mizaha açıktı. Diyetisyenler ekmeksiz yensin dedi, "az az ,sık sık " hatırlatması yapıldı. Dışarıda ne idüğü belirsiz şeylere dünyanın parasını vermeyin , düzgün yıkanmamıştır, hormonludur diyenler "en güzeli en hesaplısı evdekini yemek" diye hatırlattı. Ah bir de mümkün olsa da, köyden organiğini bulsak dedi şehirliler. 
Dört hanımı olanlar ne yapsındı? Üretim tarihi en eski olanı tüketmek icap ederdi. Nimetle oyun olmazdı, o yüzden mi adamlar karılarının yanında hep asık suratlıydı? Doktor ilerleyen yaşlarda sadece beyaz ete müsaade eder olmuştu. İskandinav hatun nereden bulunurdu ? 

... Bir deli kuyuya bir taş attı, biz "akıllılar"a da gün doğdu. 

6 Nisan 2015 Pazartesi

Aylak Kızın Küçük Dünyası



Bu sabah dişlerimi solla değil de her zamankinden farklı olarak sağ elimle fırçalayayım dedim, başıma gelmeyen kalmadı. İlkin diş fırçasıyla gözümü çıkarıyordum, sonra ölçüsüz hareketlerim yüzünden ve sanırım bu sırada fırçayla küçük dilime dokunduğumdan kendi kendimi kusma noktasına getirmeyi başardım. İşlem sona erdiğinde sağ el baş parmağıma kramp girmişti ve bütün kolum ağrıyordu.  Neden girdin bu kadar maceraya derseniz, sırf şu aylak beynim azıcık zorlansın hepten de otomatik pilota bağlanmayayım diye yaptım bunu. Merak ediyorum kafamın içinde neler yaşandı ben bu tuhaflıkları tecrübe ederken. Şöyle mi diyordu beynim acaba : Alarm alarm , dişleri bir yabancı fırçalıyor olmalı. Bir insan kendi kendine bunu yapamaz!

Dürtülmüş beynim ve ben dışarı çıktık. Sokağın köşesindeki ayakkabı boyacısının Alaaddin'in Sihirli Lambası'ndaki kuntiz üvey abi Kasım olduğunu hayal ettim. Sakalları o kadar siyah ve parlaktı ki, az önce boyayıp cilalamış olabileceğini düşündüm. Adam aynı adam, köşe aynı köşeydi ama bugün romancılık oynayasım vardı. Bu oyun benim bir uydurmamdi ve  yürürken kendimi bir romanın içinde hayal etmek, gördüklerimi bir roman kahramanının ağzından  anlatmaktan ibaretti. Kendi kendine konuşmanın bir türü de denebilirdi. 

Trafik ışıklarının orada rahmetli Kemal Sunal'ın gençliğine benzeyen delikanlı duruyordu. Soluk benizli ve çok zayıfı. Olduğu yerde sallanıyor ve gülümsüyordu her zamanki gibi. Kazağını içine soktuğu  pantolonunu göğsüne kadar çekmişti. Bir filmde veya dizide mahallenin delisi varsa ,o adamlar hep böyle kendilerine büyük gelen kıyafetler giyerler ve insanı üzecek kadar güzel gülümserlerdi.  Adının Kemal olduğunu hayal ettiğim çocuk , biz akıllıların aradığı bir şeyi bulmuş da ona gülüyor gibiydi. 

Ortaköy'e doğru yürürken bir afişle karşılaştım. Hani Antep Günleri, Trabzon Günleri yaparlar, oraların az bilinen güzelliklerine dikkat çekmek, lezzetlerini hatirlatmak için. Bir yerlerde Hatay Günleri yapılıyormuş , afiş onu duyuruyordu. "Hayat Günleri" diye okudum onu. Ya da belki romancılık oyunu böyle gerektiriyordu. " Hayat Günleri" ... Hayatın unutulmaya yüz tutmuş güzelliklerini hep birlikte hatırlayalım diye. Üç kuruşa beş köfte yenen yerlerin, kırk yıl hatırı olan kahvelerin, yılanı deliğinden çıkaran tatlı dillerin sergilendiği standların arasında dolaşır not alırız. Kemal bize hiç duymadığımız o şarkıyı dinletir. 

Önümden bir Havaş otobüsü geçti. İçindekilerin hepsinin o uçaklara çok isteyerek , kalpleri kanatlanarak bineceklerini  hayal ettim. Kimse zorunluluktan, ayakları geri geri giderek , aklını ve kalbini geride bırakarak çıkmasın yolculuğa. Gidilen yer özlenilen, hayal edilen olsun. Sabahın köründe güneş doğmadan  bineyim o Havaş'a  ve  en geç 11'de Leicester Square'de olayım. 

Ortaköy'e vardığımda güneş bulutların ardına kaçmış yağmur başlamıştı. Feriye'de güzel bir film seyredecektim. Hayallerinin aşkına kavuşmayı bekleyen bir adam bize hikayesini anlatacaktı. Çıkışta pırıl pırıl bir hava ve umut dolu bir kalple yoluma devam etmeyi hayal ettim.