19 Ocak 2016 Salı

Neyin Peşindesin?

Zekanızı, zamanınızı ve enerjinizi hangi işe koyduğunuz , size kim olduğunuzu gösterir. Mevlana'nın dediği gibi "neyin peşindeysen, osun sen. " 

Yukarıdaki paragraf okumakta olduğum  Başarı Bilimi isimli kitaptan. İster istemez insan bu soruyu kendine sorup telaşa kapılıyor. Televizyonlarda en çok izlenen enerji, zaman ve zekamızı sünger gibi emen programlar ortada. 

Örneğin diziler...Zengin ve kötü kadınların fönlü ve sahne makyajlı olarak portakal suyu içtiği kahvaltı sofralarıyla açılan, ofislerin aşırı tertipli, erkeklerin pantolonunun asla ütüsüz olmadığı diziler. 



Ortalıkta bu kadar çok dizi olunca doğal olarak büyüyen bir figüran ihtiyacı da söz konusu. Sabahın köründe amele pazarından "sen, sen, bi de sen" diye adam toplandığı gibi bazı minibüslerin belli saatlerde bazı mahallelerdeki belli noktalara gidip figüran topladığını öğrendim. Günlük ihtiyaç neyse artık, esas kızla oğlanın sahnesinde arka fon  okul kantini mi, semt pazarı mı, cami çıkışı mı , bar mı, çay bahçesi mi ona göre seçiliyor günlük oyuncular. Tabi bazen şöyle durumlar da yaşanıyor, 70 yaşında ak sakallı dede bekliyor minibüsü, ama o gün öyle bir motife ihtiyaç yoksa dede kös kös ardından bakıyor aracın. Figüran dedemiz bir röportajında mesleğiniz nedir sorusuna "oyuncu" diyor. Hangi rolleri oynarsınız dendiğinde de "kuru kalabalık" yanıtını vermekte sıkıntı görmüyor. 


Ne müthiş bir şey! Keşke gerçek hayatta da insanlar kimilerinin hayatında sadece kuru kalabalık olarak var olduklarını bilebilseler, anlasalar. Düşünsenize siz kendinizi ciddi ciddi arkadaş sanıyorsunuz mesela ,meğer günlük kalabalıktan öte değilmişsiniz. Bunu anlayamamış olmanız karşı taraf için ne büyük problem, hayal edebiliyor musunuz? Daha açık konuşayım: Beni daha sık arayacaklarını, merak edeceklerini, takip edeceklerini umduğum kimi insanlara benimle az ilgilendikleri için gönül koymuş veya trip atmıştım. Onlardan özür dilerim. Ben bu ilişkide figüran olduğumun farkına şu an vardım. Haddim olmadan başrol kaprisi yapmışım! Ah bu ben ...

Bu yazı birilerine mesaj veya kapak olsun diye ya da laf sokmak amacıyla yazılmadı. Sadece , okuduğum kitaptan yola çıkarak, zamanımı ve enerjimi en çok nerelerde harcadığımı düşündüm. Bazı arkadaşlarımdan onlara verdiğim kadar sevgi, saygı, samimiyet geri almayışıma kafayı çok taktığımı farkettim. Oysa onların hayatındaki rolümün kuru kalabalıktan öte olmadığını bizim figüran dede kadar rahat bir şekilde kabullensem hersey hepimiz için çok daha güzel olacak gibi görünüyor. 

Kim neyin peşindeyse oymuş madem, benim nasıl biri olduğum çok ortada. Güzergahı uyan  düşsün peşime. 

14 Ocak 2016 Perşembe

İçimde Garip Bir His Var


Duymak istediklerinizi mi anlatayım sizlere? Yeni yılın ilk yazısında , 2015'in hata ve günahlarının muhasebesini mizahi bir dille yapsam güzel olmaz mı? Göbeğimi yok etmek, daha çok okumak ve daha düzenli yazmakla ilgili umut dolu cümleler doldursa bu satırları hiç fena olmaz, di mi? Yeni ajandamın ilk sayfasına yazacağım yeminleri burdan sizinle paylaşsam çok eğlenmez miyiz?

Dağılın arkadaşlar, bu bir motivasyon yazısı değil (spoiler). Burası benim belki de benden beklendiği gibi davranma mecburiyeti hissetmediğim tek yer. Yani içimden geldiği gibi olabildiğim bir gizli özgürlük alanı. Benim ruh halim, ilgi alanım neyse, aklımı fikrimi ne meşgul ediyorsa onu yazdım hep. O yüzden tuhaf, dalgalı, komik, ağlak, entel, dantel, ukala, ezik, prenses ve varoş olabiliyor.

Yazılarımı hep kendim gibi, içimden geldiği gibi yazdım. Başka türlüsünü yapabilecek kadar iyi değilim henüz. Bugün de size içimizden birilerini anlatacağım. Buyrun:

AK Partinin TBMM grup toplantısında bir genç kız baygınlık geçirdi. Sıcaktan , havasızlıktan belki heyecandan bilemiyorum. Akşam haberlerinde izlediğim görüntü şuydu: Kızcağız yerde uzanmış, başına toplananlar elini kolunu oğuşturmaya, su içirmeye, kolonya koklatmaya çalışıyordu.  Tüm bu iyi niyetli ilk yardım halkasının bir arkasında , bayılan kızla aynı yaşlardaki bir genç hanım gülerek tüm olanları cep telefonuna kaydediyordu. Elindeki telefon kadar aklı kalmamış, fikri zaten hiç olmamış bir yurdum insanı. İçimizden biri. Bu hatunla belki aynı otobüse bindim , aynı mağazanın kabin sırasında bekledim, aynı taksinin leş gibi kokan koltuklarına iğrenerek oturdum. 

Dikili civarında 31 mültecinin cesedi sahile vurdu. Kıyıya vuranların tamamında can yeleği takılıydı. Yeleklerin içinden daha çok yalıtım, ambalajlama ve dolgu malzemesi olarak kullanılan malzemeler çıktı. Normalde can yeleği yaklaşık 75 TL gibi bir fiyatla satılırken, merdiven altında üretilen ölüm yeleklerini zavallılar tanesi 20-30 TL'ye almışlar. Çanta kumaşı ve kıymık süngerlerle imal edilen yelekler, hayat kurtaracağına ıslanıp ağırlaştıkça sahiplerini ölüme götürdü. Karaya vuran onlarca mülteciye sattığı sahte can yelekleriyle ölümlerine sebep olan adam, malesef o da içimizden biri. Muhtemelen bu işi yapmadan önce de en kötü plastikten yapılmış en kansorejen plaj terliklerini ve  kovaları sattı tatilcilere, yazlıkçılara, yani bize. 

Düşündükçe içimizdeki birilerine olan sabrım ve iyi niyetim tükendi. Ne pismiş içimiz arkadaş! İyilere odaklanmak, onları anlatmak , cilalamak da gelmiyor içimden. Çok matah biri olduğumdan değil, ama ilk olaydaki kalitesizlik ve diğerindeki vicdansızlık beni günlerce düşündürdü. Yeni yıla başlarken ruh halim zaten havai fişekler ve eller havaya modunda değildi. Kendimle kavga edip , tembelliğimi ve cesaretsizliğimi acımasızca eleştirirken gördüm ki millet bayılan arkadaşlarının fotoğraflarını WhatsApp'tan gruba gönderiyormuş. Adamın biri can yeleği diye ölüm satıyor, akşamları yemekten sonra dizi karşısında aynı benim gibi uyuyormuş. 

2016'nın ilk yazısı daha eğlenceli olsun isterdiniz biliyorum. Ben de isterdim ama içimden böyle geldi. 

İmza: İçinizden biri