14 Aralık 2023 Perşembe

Yokluklarda

 Yokluklarda çok düşünce biriktirdim. Keşke hepsini aynı yere gelişigüzel atmasaymışım. Küçüğü, büyüğü, sağlamı, çürüğü, işe yarayanı, içimi kurutanı birbirine karışmış. Bir şeyler yokken onlar çokmuş. Ne okuyarak ne yazarak doldurulmayan boşluklar, tamamlanmayan yokluklar dürtmüş, kalkmışım. Evden ekmek almaya diye çıkıp çayı ocakta bırakmışım. Başım ağrıyana boğazım kuruyana kadar yürümüşüm Cihangir'in nefes kesen yokuşlarında. Pahalı bir kahve içmişim olmayacak bir yerde, üstelik kediler rahat bırakmamış. Beyoğlu'nda tavuklu pilav yemiş, "sanat iyi gelir" deyip bir müzeye girmişim. Kalabalık asabımı bozmuş, pantolonum belimi sıkmış, oracıkta bir otele gidip horul horul uyuyasım gelmiş. Avareyim diye sokaklardayım diye şeyimin şeyime denk olduğunu düşünüyormuş insanlar. Benim "ÇOK" olduğumu sanıyorlarmış. Oysa benim ne gülmeye ne söylemeye halim "YOK"muş. 


4 Ekim 2023 Çarşamba

Arif Paşa ile çay keyfi

 Elmadağ'da meşhur ve tarihi Arif Paşa Apartmanı'na bakan küçücük bir kafenin küçük ama manzaralı cam kenarı masasındayım. Mekanın adı Bohem's. Yeşil çay içiyorum, demlikle geldi. Tavanında acayip bir işçilik var. Asma katta oturduğum için tavanla yakından muhatapım. Sanki bir yerden kabartmalı eski süslü bir duvarı alıp buraya tavan etmişler. Muhtemelen öyle değildir. Kısacası hoş bir yer. Ama gelen giden ve çalışanlarda bir snobluk hissetmedim. Azıcık sapa. Yeşil çay zarif, uzakdoğu esintili bir demlikte geldi ve içmem için verdikleri cam bardakların da epey pahalı olduğunu bilecek kadar züccaciye kültürüm var. Dur bakalım ne olacak. Ne yapayım ya,  ne olacaksa olacak. Elli yıllık İstanbulluyum hep duyarım merak ederim, bugüne kısmet oldu Arif Paşa Apartmanı'nı görmek. 1902'de yapılmış. İstanbul'un ilk apartmanlarından, yedi katlı, asansörlü. Hatta diyorlar ki İstanbul'un ilk asansörlü binası Pera Palas değildir, Arif Paşa'dır. Avluna yandan bakan bir kafe penceresinden de olsa, seninle tanıştığıma memnun oldum Arif Paşa. Bayılırım böyle yeşilliğin, ağacın kafasına göre takıldığı ortalığı boş bulup yayıldığı azıcık bakımsız gibi duran eski avlulara. Hayal gücünü besleyen merakı devreye sokan gösterişli apartmanlara. 


Ben tam bunu yazarken köhne balkonlardan birine kestane rengi saçlı, makyajsız, sabahlıklı bir kadın çıktı. Oh be! Hikayeye gel! Balkonundaki bitkilere bakıyor. Fakat bunu pek sık yapmıyor gibi bir hali var zavallıların. Ya da anlamıyor bu işlerden, benim gibi. Ya da bir süredir içinden gelmiyordu saksı toprak börtü böcek işleri. Belki haftalardır çıkmıyordu o balkona, uzun zamandan sonra bugün ilk kez açıldı iki kanatlı oldukça yıpranmış ahşap kapıları balkonun. Bordo bir perdenin kenarı görünüyor ve içeride açık yeşil bir duvar. Bordoları kapatınca içeride oluşan kızıl loşlukta ne depresyon uykuları uyumuştur bu kadın. Bembeyaz yüzü. Gıdısı, göz kapakları, dudaklarının iki kenarı yerçekiminin çağrısına hiç itiraz etmeden teslim olmuş gibi. Bir iki yaprak kopardı. Avlunun ortasındaki boyu apartmanla yarışan ıhlamur ağacının dalları arasında süzülen birkaç parça gün ışığı gözüne girdi yüzünü sıyırdı.( Yazar Pınar Kür de bir dönem burada yaşamış ve avludaki ıhlamur ağacından esinle Bir Deli Ağaç kitabını yazmış.) Şöyle başını kaldırıp da gökyüzüne bakmadı kadın. Ağacın tepesine, avlunun üzerindeki maviliğe. Bakmadı. Bir saniye kadar benimle göz göze geldi. Mahremini gözetliyormuşum gibi olmasın diye kaçırdım bakışlarımı hemen. Önümdeki çaydanlığın sapına yalandan bir ilgi gösterirken içeri girdi kadın. Kapıyı açık bıraktı.


Yaklaşık kırk santim ötemdeki masaya iki genç kız oturdu. Uzun zamandır birbirlerinden ayrı kalmış iki best friendin açlığı ve enerjisiyle sohbete başladılar. Kızlardan birisinin dayısı depremde oralarda bir yerlerdeymiş. Aşırı detaylı ve inanılmaz hızlı bir şekilde anlatıyor kız. Yol çalışması yaparken kullandıkları hilti denen aleti anımsatıyor bana. Dinleme pozisyonundaki diğer kız fırsat bulup çikolatalı böğürtlenli kahvesinden bir fırt alamıyor.


Dışarıdan yabancıların girilmesine izin verilmeyen apartmanın alt katında pamuklu keten kumaşlardan kimono kaftan tarzı bir şeyler satan bir dükkan var. Nasıl iş yapıyor acaba? Peştemal satmak için randevu mu veriyor müşterilerine? Kirayı nasıl karşılıyor? Kirası ne kadardır kim bilir? Ah bu ben ve benim küçük sevimli vizyonum! Belki de Kanada'da kuzey ışıklarına aşık olup cam tavanlı bir pansiyon devralmaya kalkan kızının aklını çelmek için babasının  kızına açtığı bir dükkandır.


Bir demlik yeşil çay bitirdim. Kız, deprem bölgesinde cesetlerin nasıl koktuğunu anlatmaya başladı. Çikolatalı kruvasan söylediler paylaşmak için. Kruvasan paylaşılır mı yahu? Parçalanır, kabukları dökülür bölmeye çalışırken. 


Kalkayım da biraz da onlar otursun manzaralı masada. Kadın da bir daha çıkmadı balkona zaten. İçeride senaryo yazıyor belki, belki fasulye pişiriyor, belki bileklerini kesiyor. Tövbe estağfurullah.

3 Eylül 2023 Pazar

Karacabey Retrosu

  “Kadınlar tuvaletinin el yıkama bölümünde karşılıklı iki duvarda toplam yirmi dört adet musluk var” diyor genç kız. “Bizim tarafta da öyle” diye karşılık veriyor babası. Karacabey’de otoban kenarındaki havalı dinlenme tesislerinden birindeler. Menemencinin bordo sandalyeli masalarında tek tük oturanlar varken, Amerikan kahvecisinin kapısı türbe önü gibi. Öndeki sigara içilen masalarında yoğun bir şekilde kafein tüketiliyor. Büyük otomatik cam kapıların ardında ise höşmerimden, güneş kremine, plastik kova kürekten ev tarhanasına, yolculuk eden bir insanın ihtiyaç duyacağı veya ihtiyacı olduğunu ancak rafta görünce fark edeceği her şeyin olduğu bir market var.

 “Ben böyle şey görmedim, uzay gemisi gibi içerisi” diyor adam orta halli bir düğün salonu büyüklüğünde ve şatafatındaki tuvaleti kast ederek. “kaç tane uzay gemisi  gördün baba” diyor kıvırcık saçları yüzünün yarısını kapayan kanbur duruşlu sıska çocuk. Gülüyorlar ablayla. Arabanın arkasında dikiliyorlar. Kızın aldığı soğuk kahveleri içiyorlar. “Çok buzluymuş kızım bu, çok da tatlı. Bağırsaklarımı bozmasın yolda bu benim” diyor adamcağız. “Bitiremezsen anneme verirsin” diyor kız, aldığı içeceğin beğenilmemesine sinirlenip.

“Karamelli makiyato, herkes içiyor baba, bir şeyi de beğenin ya.”

“Tamam kızım bir şey demiyorum siz beğeniyorsanız için afiyet olsun. Alın bunu da ananıza verirsiniz gelince. Ben yandaki menemenciden çay alıcam.” 

Kıvırcık ergen atladı, “ben sordum dışarıya karton bardakta çay vermiyorlarmış baba, masaya oturup menemen sipariş etmen gerekiyormuş.”

“Ananız marketten ayrılıp yanımıza dönebilirse sorarız bakalım, evde bir termos çay hazırlamak aklına neden gelmemiş zira kafeterya açacak kadar düzeneğimiz var çok şükür. “Zira nedir?” dedi oğlan sadece ablasının duyacağı şekilde. Kız gözlerini devirdi. Adamsa boğazından sıcak bir çay geçirememenin derdindeydi. “Her gün sipariş her gün kargo. Maşallah ana kız internet kuşu oldunuz. Çeşit çeşit termoslar, kaplar kacaklar aletler edevatlarla dolu ev. Marifet almakta değil ki kızım, marifet o termosa o çayı hazır edip, kocam yolda içer diyebilmekte.”  Belki daha da uzatacaktı adam bu monoloğu ama kız arkasını döndü ve bitirdiği kahvesinin boşalan bardağını atmak üzere çöp kutusuna yöneldi. Bu sırada anne elinde poşetle göründü. Kocasının söyleneceğini bildiği için ondan önce, daha yanlarına varmadan konuşmaya başladı. “Burhan, tutturdun Manisa’da ablama uğruycam diye, el boş gidilir mi, zaten laf sokmaya yer arıyorlar karı koca” Arabanın yanına gelince poşettekileri gösterdi. İki paket peynir tatlısı ve bir şişe zeytin çiçeği kolonyası .  “Burhan koskoca dinlenme tesisinde bir tane gömlekli adam yok senden başka. Vallaha inat etmeyeceğini bilsem çok güzel bisiklet yaka tişörtler vardı alacaktım sana bir tane.”  Adam ailesine gömleğini sevdirmek istercesine göbeğini okşadı. Kısa kollu, mavi beyaz çizgili, pantolonun üzerine bırakılarak spor havası verilmiş klasik bir gömlek. “Ben çok rahatım Seher, sen kendi işine bak. Tişört terletiyor beni hem cebi yok.”  Kızının eline tutuşturduğu kocasından kalan ve ılımaya başlamış soğuk kahveyi içmeye çalışan kadın ağzı dolu olduğu halde eliyle kafasını göstererek cevabını geciktirmeden yapıştırmak istiyordu. Mealen “ben biliyorum malımın huyunu, giymem demişse bir kere artık öldür Allah giymez, o yüzden almadım zaten sana tişört mişört” diyordu.

Burhan bey bagajı açmış, kadının elindeki poşeti sokuşturacak bir boşluk bulmaya çalışıyordu. Seher Hanım karamelli makiyatosunu bitirmiş, elindeki peçeteyle ağzını burnunu silerken bir yandan da söyleniyordu. “Oğlun, gelinin Bodrum'da yazlık kiralamış. Seni de saymışlar davet etmişler, ne olurdu sen de gelininin babalar gününde hediye ettiği tişörtü giyseydin.”  Burhan bey yarı beline kadar girdiği bagajı neredeyse baştan düzenliyordu. Karısı sessizliği fırsat bilip devam etti. “Gitmişsin kafana göre bir kısa pantolon almışsın zaten.”

“Ne var ya pantolonda” diye bir hışımla bagajdaki pozisyondan hızla dikelen adamcağız kafanın tepesini de kapağa çarpınca hepten sinirlendi. Kıvırcık saçlı ergen oğlu “ütü izi var baba, daha ne olsun” deyince hıncını çocuktan çıkardı “ ötme len sen de ”  Çok kısa bir sessizlik oldu. Adam bir an için ailesi üzerinde hep hayal ettiği o otoriter figürü sonunda canlandırdığına inanır gibi oldu. Kız “ötme ne baba ya, ötme mi kaldı” dedi kafasının tepesindeki güneş gözlüğünü burnunun üstüne yerleştirirken. Sıska kardeşi arabaya binerken ablasının yaptığı ortayı şık bir gole çevirdi.  “babamızın her şeyi retro, atarı bile” 

21 Şubat 2023 Salı

Son Şubat

Şubat gecesi ...

Yastığımda saçların

Saçlarında hasret var

Hep gitmenin türküsü dilinde

Boynundaki bende hep gitmenin türküsü

Öpüşürken acele etmenden belli,

Bu son şubatımız

17 Şubat 2023 Cuma

Çamur

Bembeyaz pantolonumla bileğime kadar gelen çamurlu bir suya adım attım. Ayağımı geri çeksem de yürümeye devam etsem de sonuç değişmeyecek. Canım o kadar sıkkın ki gideceğim yere er ya da geç varacağımdan bile emin değilim artık, çünkü tüm hevesim kaçtı. Kabahat yola beyaz pantolonla çıkmaktı belki. Önüme çamur çıkacağı belliydi. Herkese çıkar, her yolda çıkar. Belli olmayansa çamurun derinliği. Biz saf insanlar diyoruz ki "bir çamur ne kadar çamur olabilir". Sanıyoruz ki çamurluğun bir sınırı var. Oysa çamurda ne ölçü var ne vicdan. O, en iyi bildiği işi en iyi şekilde yapıyor. Onun işi sadece kucağına düşen beyaz pantolonluların yaşam enerjisini kirletmek değil. İnsanları beyazdan hepten soğutmak. Eline beyaz pantolon alanı aklından şüphe ettirmek. Hatta ve hatta beyaz giyenleri birbirine düşürmek. Ulan çamur! Hep mi karalar giyelim, hep mi karalar bağlayalım. Beyaz bayrak sallayıp sana teslim mi olalım?

13 Şubat 2023 Pazartesi

Yarın sevgililer günü

 Bugün itibariyle enkazdan çıkarılan cansız beden sayısı otuz bin. Molozların altında ruhunu çoktan teslim etmiş, bedenini de yakınları teslim alsın diye beklemekte olan daha binlercesi var. Yarın sevgililer günü. Kim bilir kaç tane ayıcık, kaç tane kalp şeklinde kırmızı kadife yastık kargoda sahipsiz kalacak.

Beşiktaş’ta eski MEF dershanesinin karşısında açılan Costa'dayım. Çalışanlar kendi aralarında ve yüksek sesle o kadar çok konuşuyorlar ki, zaten küçük olan kapalı alanda beynim bulanıyor. Kafayı toplayıp bir sayfa bir şey okuyamıyorum. Montu, bereyi, atkıyı kuşanıp açık alana transfer ediyorum kendimi . Gevşek çenelilerin mola vakti gelmiş meğer, peşim sıra onların da bir kısmı arkamdaki masaya tünüyor. Ben mi tahammülsüzüm, insanlar mı çok desibel?

Yine kendi tatlı su dertçiklerimize dönüyoruz galiba yavaş yavaş. On dakika oturdum, kaz tüyü montla üşüdüm. Siz günlerce ve gecelerce taşlarda nasıl yatıyorsunuz oğlum? 

12 Şubat 2023 Pazar

Delikler

 Deliklerden içeri kar giriyordu. Gelsin diye günlerce gözlerini gökyüzünden ayırmadan dua ettiği kar, deliklerden evin içine yağıyordu. Dualar döne döne, tane tane, bembeyaz, ağır ağır iniyordu. Deliklerden kan, bok, çamur, balgam, irin fışkırıyordu. Ne sarı, ne yeşil, ne kırmızı, ne siyah. Adını çıkaramadığı bir renkte bir şeyler kusuyordu delikler. Etrafta kötü bir koku. İçinde biraz hayat biraz ölüm. Her şey, dün yaşıyormuş da bugün ölmüş gibi kokuyordu. Delikler büyüyemiyor, bebeler analarının karnından çıkamıyordu. Kan, bok ve moloz dolu bir çuvalın içinde boğuluyordu güneşi hiç görmemiş bebeler. Hiç bir şey kıpırdamıyordu. Deliğin birinden yaşlı bir kadını çıkardılar. Buruşuk yaralı bereli elini gözlerine siper etti. Şaşkın ve sitemkardı. "Dünya var mıymış?" dedi. "Var, teyze, var! Hoşgeldin!" dediler. 

9 Şubat 2023 Perşembe

Sıradan bir güne başlasak

 Sıradanlıktan zarar gelmez. Keşke bugün sıradan bir gün olsaydı Antakya'da ,Adıyaman'da, Malatya'da herkes evinde işinde okulunda yer üstünde hayatta karnı tok sırtı pek olsaydı. Sıradanlıktan sıkıla sıkıla oflaya puflaya içselerdi çaylarını sigaralarını. Evleri üzerlerine kapandı.  Düşüne taşına rengi seçilen, tablolar, aile fotoğrafları ,saatler, takvimler asılan duvarlar birer birer yıkıldı. Arkasına geçilip sürpriz doğum günü pastasının mumları yakılan sırdaş duvarlardı onlar. Şimdi en çok güvendikleri o duvarlar tonlarca yük oldu omuzlarında. Bir enkazda , bütün o  moloz yığınının içinde, kapısı açılmış bir buzdolabı gördüm. Boyuna posuna bakılırsa bizim yirmi sene önce filan kullandığımız bir modele benziyordu. Kavanozda turşular, yoğurt kovası ve bir küçük tencere. Ayaktaydılar.


Doktor randevusundan çıkan arkadaşımla Osmanbey'de bir kafede oturuyoruz. Sıradan bir gün. Ya da belki değil. Belki de bugünün aslında çok özel bir gün olduğunu henüz bilmiyoruz. Geriye döndükçe ,önüne ardına baktıkça mı kıymeti ortaya çıkıyor günlerin, ayların, elimiz ayağımız tutarken geçen yaşların?


Çay ne güzel, ahşap masa ne güzel, ulan kapıyı açık bulunca içeri sıvışan sokak kedisi bile... Hayatta olmak başlı başına mühim mesele. Çok seviyor olmamız lazım. Hayatı. Göğsün hava ile dolmasını, ayağı sıkan botu, suratımıza suratımıza yağan karı. Çayın yanında gelen akide şekerini.


Enkazdaki buzdolabını unutamıyorum. İçindeki küçük tencereyi. Belki evin ergeninin burun kıvırdığı bir bamya yemeği vardı içinde. Ne ev kalmış şimdi ne ev halkı. Tenceredeki bamya sahipsiz.



4 Şubat 2023 Cumartesi

Çıkarmadan

 Çıkarmadan hiç ses, yatıyordu. Ölü gibi. Adam çoraplarını çıkarmadan sevişiyordu her geldiğinde. Ve çarşaflarda mide bulandırıcı bir yumuşatıcı kokusu vardı yine. Sadece adını bildiği, rengi şekli tadı hakkında hiçbir fikrinin olmadığı bir meyve gibi kokuyordu yatak. Adam lastikleri bollaşmış, rengi solmuş, topuk yerleri neredeyse şeffaflaşmış çoraplarına rağmen tam bir özgüven abideseydi. Şeyi şeyine denkti. Kadın sesini çıkarmadı. Gözünün üzerine düşürdüğü saçlarının arasından bir daha baktı. Evet, denkti. Davul bile dengi dengine, benim de payıma düşen buymuş dedi kadın içinden. Adam komidinin üzerine bıraktığı nal kadar kol saatini eline aldı ilk defa görüyormuş gibi hayran hayran baktı, taktı kalın kıllı bileğine. Kadın bir posta daha sevişmeyeceklerini anlayıp rahatladı. Adam gittikten sonra yapacağı kahve keyfi için sabırla beklemeye başladı.

Bu bir 6 dakika yazı egzersiziydi. Verilen kelime (çıkarmadan) ile başlamak şartıyla altı dakika boyunca durmadan yazıyorsunuz. Zihninizin daldan dala atlamasına izin veriyorsunuz. Saçmalamak serbest, güzel yazıcam diye kasmak no!

#denklik #davul  #çorap  #yatak  #kahve