4 Ekim 2023 Çarşamba

Arif Paşa ile çay keyfi

 Elmadağ'da meşhur ve tarihi Arif Paşa Apartmanı'na bakan küçücük bir kafenin küçük ama manzaralı cam kenarı masasındayım. Mekanın adı Bohem's. Yeşil çay içiyorum, demlikle geldi. Tavanında acayip bir işçilik var. Asma katta oturduğum için tavanla yakından muhatapım. Sanki bir yerden kabartmalı eski süslü bir duvarı alıp buraya tavan etmişler. Muhtemelen öyle değildir. Kısacası hoş bir yer. Ama gelen giden ve çalışanlarda bir snobluk hissetmedim. Azıcık sapa. Yeşil çay zarif, uzakdoğu esintili bir demlikte geldi ve içmem için verdikleri cam bardakların da epey pahalı olduğunu bilecek kadar züccaciye kültürüm var. Dur bakalım ne olacak. Ne yapayım ya,  ne olacaksa olacak. Elli yıllık İstanbulluyum hep duyarım merak ederim, bugüne kısmet oldu Arif Paşa Apartmanı'nı görmek. 1902'de yapılmış. İstanbul'un ilk apartmanlarından, yedi katlı, asansörlü. Hatta diyorlar ki İstanbul'un ilk asansörlü binası Pera Palas değildir, Arif Paşa'dır. Avluna yandan bakan bir kafe penceresinden de olsa, seninle tanıştığıma memnun oldum Arif Paşa. Bayılırım böyle yeşilliğin, ağacın kafasına göre takıldığı ortalığı boş bulup yayıldığı azıcık bakımsız gibi duran eski avlulara. Hayal gücünü besleyen merakı devreye sokan gösterişli apartmanlara. 


Ben tam bunu yazarken köhne balkonlardan birine kestane rengi saçlı, makyajsız, sabahlıklı bir kadın çıktı. Oh be! Hikayeye gel! Balkonundaki bitkilere bakıyor. Fakat bunu pek sık yapmıyor gibi bir hali var zavallıların. Ya da anlamıyor bu işlerden, benim gibi. Ya da bir süredir içinden gelmiyordu saksı toprak börtü böcek işleri. Belki haftalardır çıkmıyordu o balkona, uzun zamandan sonra bugün ilk kez açıldı iki kanatlı oldukça yıpranmış ahşap kapıları balkonun. Bordo bir perdenin kenarı görünüyor ve içeride açık yeşil bir duvar. Bordoları kapatınca içeride oluşan kızıl loşlukta ne depresyon uykuları uyumuştur bu kadın. Bembeyaz yüzü. Gıdısı, göz kapakları, dudaklarının iki kenarı yerçekiminin çağrısına hiç itiraz etmeden teslim olmuş gibi. Bir iki yaprak kopardı. Avlunun ortasındaki boyu apartmanla yarışan ıhlamur ağacının dalları arasında süzülen birkaç parça gün ışığı gözüne girdi yüzünü sıyırdı.( Yazar Pınar Kür de bir dönem burada yaşamış ve avludaki ıhlamur ağacından esinle Bir Deli Ağaç kitabını yazmış.) Şöyle başını kaldırıp da gökyüzüne bakmadı kadın. Ağacın tepesine, avlunun üzerindeki maviliğe. Bakmadı. Bir saniye kadar benimle göz göze geldi. Mahremini gözetliyormuşum gibi olmasın diye kaçırdım bakışlarımı hemen. Önümdeki çaydanlığın sapına yalandan bir ilgi gösterirken içeri girdi kadın. Kapıyı açık bıraktı.


Yaklaşık kırk santim ötemdeki masaya iki genç kız oturdu. Uzun zamandır birbirlerinden ayrı kalmış iki best friendin açlığı ve enerjisiyle sohbete başladılar. Kızlardan birisinin dayısı depremde oralarda bir yerlerdeymiş. Aşırı detaylı ve inanılmaz hızlı bir şekilde anlatıyor kız. Yol çalışması yaparken kullandıkları hilti denen aleti anımsatıyor bana. Dinleme pozisyonundaki diğer kız fırsat bulup çikolatalı böğürtlenli kahvesinden bir fırt alamıyor.


Dışarıdan yabancıların girilmesine izin verilmeyen apartmanın alt katında pamuklu keten kumaşlardan kimono kaftan tarzı bir şeyler satan bir dükkan var. Nasıl iş yapıyor acaba? Peştemal satmak için randevu mu veriyor müşterilerine? Kirayı nasıl karşılıyor? Kirası ne kadardır kim bilir? Ah bu ben ve benim küçük sevimli vizyonum! Belki de Kanada'da kuzey ışıklarına aşık olup cam tavanlı bir pansiyon devralmaya kalkan kızının aklını çelmek için babasının  kızına açtığı bir dükkandır.


Bir demlik yeşil çay bitirdim. Kız, deprem bölgesinde cesetlerin nasıl koktuğunu anlatmaya başladı. Çikolatalı kruvasan söylediler paylaşmak için. Kruvasan paylaşılır mı yahu? Parçalanır, kabukları dökülür bölmeye çalışırken. 


Kalkayım da biraz da onlar otursun manzaralı masada. Kadın da bir daha çıkmadı balkona zaten. İçeride senaryo yazıyor belki, belki fasulye pişiriyor, belki bileklerini kesiyor. Tövbe estağfurullah.