18 Ağustos 2021 Çarşamba

Beyoğlu'ndan Prag'a / Kilise maceralarım


Anlatması uzun süreceği için anlatmayacağım bir sebepten dolayı sabahın körü denebilecek bir saatte Beyoğlu'nda, Galatasaray Lisesi civarındayım. Ara Kafe'ye en son yüz yıl önce filan gitmiştim, önünden geçeyim dedim bu sabah. Sokaktaki masalardan birine oturmaya niyetlenir gibi oldum. Sonra ufak tefek bir kadın gördüm. Cüssesinin üç katı filan bir sesle konuşuyordu. Duvarla. Kadının ortamını bozmak istemedim. Belki özel bir şey anlatıyordur. Duvara. Duvarlar en çok da kimseniz yokken sizi dinlemek için varlar.


İstiklal Caddesi'nin bu saatlerdeki halini bir başka seviyorum. Geceyi nerede geçirdiklerini tam kestiremediğim adamlar çıkıyor sağdan soldan, ara sokaklardan, girişine mal yığılmış pasajlardan. Kumaş pantolon üzerine bisiklet yaka tişört veya futbol takımı forması giymiş, ayakkabısının arkasına basan, beyaz pos bıyıklarının ucu sararmış, kırmızı yanaklı adamlar. 

Ayaklarım beni Sent Antuan'a götürdü. Sabah ayini vardı. On kişi kadardık. Bir ara duanın içinde cemaate birbirleriyle selamlaşmaları söylendi sanırım. Önümdeki ve yanımdaki bana eğilerek ve gülümseyerek selam verdi. Allah'ın selamı, aldım kabul ettim. Ben de aynısını yaptım. Aklıma Prag geldi.

Vakti zamanında turla Prag'a gitmiştim. Aylardan Ekim, havalardan soğuktu. Çok soğuk hatta. Rehberin bize verdiği yarım günlük serbest zamanda öteyi beriyi dolaşıp donma noktasına gelince bir kilisede almıştım soluğu. Sent Antuan'ın yaklaşık dörtte biri büyüklüğünde ama dopdoluydu. Safları sıklaştırarak oturduk dini bütün Praglılarla. Dualar ediliyor, cemaat birbiriyle selamlaşıyor, arada başımızın üstünde buhurdanlıklar dolaşıyor filan. Ben dedim heralde yarı vaftiz olmuşumdur. Ben böyle içimden kulhüvallahüyü okurken birden kapı gürültüyle açıldı, içeri bir meczup girdi. Bağırmaya çağırmaya başladı acayip öfkeli bir şekilde. O zamanlar korona yok tabi, ağzından tükürükler saçmasına kimse o kadar takılmadı. Adam tahta sıraların ortasına kadar ilerledi tam da benim yanımda durdu. Ulan dedim içimden. Şimdi bu herif silahı çıkarsa sağa sola ateş etse, Prag'da kilise baskınında ölen Türk olarak haber mi olacağım? Kilise turistik bile değil. Neyse, ölmedim işte biliyorsunuz. Adam da bağırdı çağırdı gitti.

O değil de, tur rehberi bizi Türk dönerciye götürmüştü Prag'da. Bir de kaldığımız otelde kahvaltıda bizim yemek masası büyüklüğündeki kıytırık açık büfede ekmek maşasıyla kek aldığım için otel çalışanları bana saçma sapan tripler atmıştı. Ayy, görgüsüz, cahil, düşük profilli turist işte. Gelmiş ekmek maşasıyla kek alıyor tabağına. Der gibi.

Uzun lafın kısası, Prag'la ilgili güzel anım neredeyse yok. Durun, aklıma berbat bir espri geldi. Onu da yapayım, sessizce dağılalım. Nerde Prag, orda bırak! 

11 Ağustos 2021 Çarşamba

İs


İs Bankası iyi günler diler. Birikmiş islerinizi evde yastık altında tutmayın. İsli pisli paslı puslu yastık altlarına son. Yastıklar ve uykular temizlensin. Sabun kokulu rüyalar, uçuşan tül perdeler ardında efil öğle uykuları. Kalkınca bahçedeki ağaçtan dut. Anane evi gibisi yok. Bahçede oynarken üstümüze başımıza minik yeşil tırtıllar düşer. Tırtıldan korkmam. Kırk yıl öncesinin masum börtü böceğinden bahsediyorum tabi. Herşeyle birlikte haşerat da değişti. Şimdiki sivri sinekler bir acayip. Her ısırığın çevresi kocaman kızarıyor. Kaşıdıkça o kızarıklık halkaları büyüyor, birbirleriyle birleşiyor. Bacağımdaki kırmızı bölge Güney Amerika haritasına benziyor. Yoksa bu sinekler oradan mı gelmiş? Belki de bir muz kasasının içinde... Lavanta yağı, limon, tükürük hatta çiş sürmenin iyi geldiğini söyleyenler oldu. Türlü türlü tavsiyeler, akıl vermeler. Akılları pazarda tezgaha çıkarmışlar, satmaya. Herkes gitmiş yine kendisininkini beğenmiş almış. Canım aklım. Bu sivriler bizden akıllı mı? Yoo, evet, yüzde kesin.


8 Ağustos 2021 Pazar

Bulutlar ve ayak bilekleri üzerine

 

Bu karikatürü gördüğümden beri bir şeyler yazmak istiyorum. Bölük pörçük cümlemsiler kafamda dolanıyor. İlki: Neyse işin odur düşün.
Sadece kendileriyle, nasıl göründükleriyle ilgilenenlerin önlerine çıkanlara da o daracık pencereden bakabiliyor olması... Bu köpeğin bulutları pamuk şekere, dondurmaya, yastığa, konuşma balonuna, dantel motifine, çiçeğe, böceğe, bardak altlığına, gelin başına benzetmeyip sadece ayak bileğinin çevresindeki ustalıkla tıraş edilmiş kürk parçasına benzetmesi??

Basit yaşayacaksın bu hayatı derken şair, kastettiğinin bu olmadığını düşünüyorum.

Sokak sokak, mahalle mahalle gezen, lokantaların yemek artıklarını çöpe çıkardığı saatleri kollayan, oyalanırken kitapçı ve antikacı vitrinlerinin önünde dolanan bir köpek belki bu bulutu patlamış mısıra, pideye, üzerine basılmış ciklete, tıbbi bitkiler ansiklopedisinin kapağındaki nadir bir çiçeğe, 18. Lui'nin karısına hediye ettiği küpeye, geçen yüzyıldan kalma bir hamam tasının üzerindeki kabartmaya, lokantanın çöpünü çıkaran sakallı çocuğun kolundaki dövmeye filan benzetebilirdi.

Eski iş yerimde bir kadın vardı. Kendini olduğundan farklı gösterme gayretindeydi. Halbuki olduğu hali gayet makuldü bence. Hamileydi, bebeğe battaniye ördüğünü söyleyince ne renk diye sormuştum. "Karışık" demişti, "karides kokteyl gibi". Günde üç öğün karides kokteyl yiyen bir insan imajı yaratmaya çalışıyordu belli ki. Maalesef ben o güne kadar o dediğinden hiç yememiştim, dolayısıyla dediğinden de bir bok anlamamıştım. Yani havayı da kime atacaksın, ona bir bakmak lazım.

Bulutlara dönecek olursak, ben bulut severim. Güneşi bir nebze kaparlar ve gözünüzü kısmadan karşıya bakabilirsiniz. Öyle dağlar kızı Heidi gibi yere yatıp bulut izlemişliğim, bir şeye benzetmişliğim yoktur. Bu, övünülecek bir durum değildir. Hepimiz bulutlara, uzaklara - ayak bileklerimizden çok daha uzaklara- bakmaya zaman ayırmalıyız.