15 Şubat 2016 Pazartesi

Pasta Yoksa Ne Yesinler?

Geçen gün garsonun ayakta uyuyanını, fırındaki kruvasandan haberi olmayanını yazmıştım. Sen misin ilgi isteyen? Bugün gittiğim yerde çayın yanına çikolatalı pasta istedim. (Yanlış anlaşılmasın, öğle yemeği yerine. Bu diyet işe yararsa kitap yazacağım. Günün %80’inde badem ve kuru erik eşliğinde aç gezip geri kalanında böyle saçma sapan bir pasta bir dondurma götürüp gece yatmadan yoğurt yiyorum.) Neyse pasta diyordum, yok yahu garson diyordum. Yani insan bazen hiç sohbet havasında olmaz da, kuaförde veya takside illa ki dünyanın en konuşkan elemanına denk gelir ya, o hesap. Merak etmeyin topluyorum birazdan. Ahhh, açamamışım ki daha konuyu. Şöyle:



Türlü türlü gerçek ve gerçek üstü (kafamda yarattığım) sıkıntılarımdan bunalmış vaziyette yaptığım ve beni rahatlatmayı başaramayan bir yürüyüşün ardından yine soluğu bir Nişantaşı kafesinde aldım. Lokasyon merkezi, dekorasyon sıradan, menü silik. Bugün sıfırcı hocadan beterim. Hımm, menüde bulamadığım mutluluk patlaması şu ilerideki dolapta olabilir mi?

-Tatlı siparişi için sizi pasta dolabına alalım.
-Peki alın.

Offf hepsini nasıl da azimle anlatıyor. Tamam, ilk gösterdiğini alacağım be adam.Bal kabaklı ve ıspanaklı pasta... Oreolu cheesecake... Baileys’li tiramisu... Çıtır çikolatalı ve yer fıstıklı pasta...

Çay ve pasta ivedilikle masama geldi. Bazı şeylerin hakkında konuşmak o şeyin bizzat kendinden daha heyecanlı olabiliyor, değil mi? Tıpkı bu önümdeki pasta gibi. Kavuştuğumuz anda ondan bıkmıştım bile. Sanırım kafam anlatamayacağım kadar karışık. Pastanın yarısı tabakta melül melül bakınırken ilgi yumağı garson geldi ve beğenip beğenmediğimi sordu. Problem mi vardı?  “Problem çok be güzelim” dememek için kendimi zor tuttum. Pastanın şahane olduğunu söyledim. Rüya gibi tatlı, günah gibi lezzetli olduğunu ekledim. (içimden)

-Kalanı paket yapar mısınız?
-Tabi.

Avuç içi kadar pastayı kafam kadar bir kutuya yerleştirip, onu da alengirli bir karton çantaya koyup getirdi.Karşımdaki sandalyeye bıraktı. Artık yalnız değildim, pastam bu sıkıntılı günümde bana eşlik ediyordu. Akıllı telefonuma gömüldüm, bir süre  kafenin sağladığı internet ortamını sömürdüm. Derken garson yanaştı. Ya sabır!

-Paketinizi buzdolabına koyalım isterseniz.
-Gerek yok, fazla kalmayacağım.
-Buzdolabına...

Al kardeşim, al. Nereye istersen oraya koy. Seni mi üzeceğim? Kimseyi üzemediğim için bu haldeyim zaten. Seni de üzmem.

Beş dakika daha oturup kalktım. Şimdi evdeyim, pasta da buzdolabında. Bense mate çayı içerken yazıyorum bu satırları. Hayat neden bu kadar zor!?!


Bu ne cüret! Bu ne acı!

BU NE CÜRET! BU NE ACI!
Bana sormadılar mavinin adını koyarken
Yakının aslında epey uzak,
Bazı lafların baldan tuzak ve
Bazı adamların zinhar yasak olduğunu da
Çok geç öğrendim.
Anladığımda iş işten geçmiş, gökten elmalar düşmüştü.
Ateş yaktı, hayat yordu
Yalnızken üşüdüm, kalabalıkken sıkıldım
Her bahar aynı şevkle açan çiçeğe şaşar oldum.
Bana sormadılar bire bir, ikiye iki derken
Merak ediyorum kim karar verdi
Bir ağaca aşık olamayacağıma?
Ya aynı anda iki ağaca aşık olursam?
Kızar mısınız? Üzülür müsünüz?
Benden korkar mı yoksa bana tutulur musunuz?
Hislerinize bu isimleri kim verdi?
Ya adını koymadıklarınız?
Onları yok mu saydınız?
Yok olur mu sandınız?
Bu ne cüret! Bu ne acı!