20 Eylül 2014 Cumartesi

Flat White

Allah biliyor ya hayatimda ilk Flat White'i Agustos'ta Birlesik Kralliga yaptigim bu seyahat sirasinda ictim. Bagimlisi oldugum bu kahve tipi Avustralya'da 80li yillarda ortaya cikmis. Latte'ye benzetenler de var ama Flat White'ta kahvenin sute orani cok daha yuksek. Double shot espressonun ustunu yumusacik kadife gibi buharla kopurtulmus az miktarda sutun incecik kapladigini dusunun. Hah iste FW boyle bir sey. Yani ictiginizde damaginizda ve dimaginizda kahve hatirasi kaliyor, sut degil. 

Londra tatilimin ikinci gunu bastan sona ruya gibiydi. Evini, ailesini, gardolabini ve hepsinden onemlisi kalbinin en mustesna kosesini bana acan canim arkadasim Bitter ile sabahtan ciktik yola. Waterloo Koprusu'nde yururken cocuklar gibi sendik.

 Royal Academy of Arts'a gittik ve Summer 2014 sergisini gezdik. RA cok buyuk cok etkileyici bir yapi. Sergi de oyleydi. Insanin gittigi gordugu sanat eserlerini anlatamamasi cok feci. Tablolarin onunde dakikalarca durdum, hayal kurdum, hislendim. Fakat ne diyeyim simdi ben size, o tablodaki sari ucgen bana cocukken gittigimiz Erdek tatilindeki motelin yirtik perdesinden gozume gelen sabah gunesini hatirlatti mi diyeyim. Yok, demiyeyim.

 Royal Academy'den sonra Bitter'in sevgili kocasi Ingiliz centilmeni arkadasimizin da ogle yemegi arasina cikmasini firsat bilerek hep beraber sushiciye gittik Mideye indirdiklerimizin bos tabaklari onumuzde ustuste dag gibi birikirken bizim gozumuz hala donen bantin uzerinde bize dogru nazli nazli gelen roll'lardaydi. Havaalaninda bavul beklemek kadar heyecanli idi. Klu Klu sushide o kadar cok yedim ki cikarken bizzat kendim bir bavul gibiydim ve keske tekerleklerim olsaydi.

Yemegi abartmis olmanin pismanligini bastirmak icin en kisa zamanda cok guzel bir kahve icmemiz gerekiyordu. Londra'ya gitmeden once Timeout London'u incelerken gormustum Timberyard'i. Bitter beni icecegim ilk Flat White icin Timberyard'in kapisindan iceri sokunca Bitter'e, kendime ve Timeout'a aferin dedim icimden. Cam kenarinda oturup gelene gecene durana, kadinlara, erkeklere baktik. Biz oturduk, kahvemizi ictik ve onumuzden hayat akti. Yanlisim var. Biz hayattik. En cok da yasadigimi hissettigim ve buna sevindigim anlardan biriydi. Londra havasi, tatil kafasi...
 Ne koyuyorlar bu Flat White'in icine, insani boyle konusturuyor.

18 Eylül 2014 Perşembe

Cafe Francais

Istiklal Caddesi'ne adim atar atmaz saginizda bulacaginiz Fransiz Kultur Merkezi'nin icinde yer aliyor Cafe Francais. Genis guvenlik onlemlerini asarken acele etmeyiniz zira iceriye teker teker giriliyor. Avluya ulastiginiz anda ortam soku yasiyorsunuz. Heralde o dandik soz oyununun tam zamani: az once icinden ciktiginiz Taksim kaosuna harbiden Fransiz kaliyorsunuz. Huzurlu bir avluyu cevreleyen klasik bir yapi, agaclar, ufak masalar.Iddiasiz bir gorunumun altinda Taksim colunun az bilinen bir vahasi gizli. Menu oldukca zengin. Salatalar, etli ve tavuklu ana yemekler, tatlilar ve kahve. Ayrica bir de gunun monusu diye bir olay var, ornegin benim gittigim gun mantarli corba+ korili eriste+ biberli tavuktan olusan monuyu 15 TL'ye veriyorlardi. Ben corba istemeyip onun yerine salata ile oyuncu degisikligi talep ettim ona da "oui" ( evet) dediler. Yemek uzerine ictigim kahveden de cok cok memnun kaldim. Alakasiz not:Ya kahve ne guzel bir sey degil mi, keske gunde 10 kere icebilsek ve dokunmasa. Neyse, demem odur ki oyle sakin ve zarif bir yer ki yediginizin ictiginizin tadina variyorsunuz. Cafe Francais'e giderseniz ve vaktiniz varsa Fransiz Kultur Merkezi'nde sergi olup olmadigini da bir kontrol etmenizi tavsiye ederim. Ornegin ben Selcuk Demirel'e ait nefis bir sergi gezdim. Maddi ve manevi doyurulmus olarak ayrildim mekandan. Au revoir!

4 Eylül 2014 Perşembe

Kahve Dünyası / Piccadilly / Londra

Piccadilly Londra’nın en işlek, en turistik merkezlerinden biri. Kahve Dünyası’nın ordaki şubesi de olabildiğince büyük. Çok ferah bir mekan. Çeşit çeşit tatlı ve çikolatanın olduğu camekanlı dolapları göz dolduruyor, ağız sulandırıyor. Çalışanların nerdeyse tamamı Türk. İşin ilginci benim orada bulunduğum süre boyunca gözlemlediğim; gelenlerin de çoğunluğunun öyle olması. Gelen Türkler arasında benim gibi turist boyutunda olup da merakından orda olanlar olduğu gibi, Londra’da yaşamakta olan Türkler de var. Kimin lokal, kimin gezgin olduğu hemen anlaşılıyor hiç merak etmeyin. Turist Türkler’in elinde genelde herhangi bir müze mağazasına ait kağıt çanta oluyor. / Evet, benim de vardı. Fotoğraf çekiyorlar. / Aynen. Kafeyi devralacakmışcasına sağına soluna, vitrinine, tabelasına, tavanına, koltuğuna uzun uzun bakıyorlar. / Tam değil ama, sayılır, bu da ben... Londra’nın yerlisi Türk kızları ise kafeye kolkola geldiler. Başka da kolkola gezen kız görmedim on beş gün boyunca. Biri kasadaki çocukla konuşurken diğeri, arkadaşının kolundan çıkmamış vaziyette öteki eliyle saçıyla oynadı ve hatta bir süre sonra bir tutam saçını ağzına aldı. Yolda işeyen, kendi kendine konuşan, koli içinde yaşayan değişik modellerde evsiz ve/veya deli gördüm ama saçını ağzına alan ilk kez... Malesef çalışanlar suratsız ve yavaştı. Ben herkesle ısrarla İngilizce konuştum ama heralde anlamışlardır İngiliz olmadığımı. Yazıldığı gibi söylenmiyor ya bu gavur dilinde her şey. Bizim de dilimiz yeterince dönmüyor bu yaştan sonra. İstanbul’da yanında alternatif mekan varsa tercihimi Kahve Dünyası’ndan yana kullanmayan bir tipim. Buraya da merakımdan gittim. Gördüm. Milliyetçilik damarımı kabartıp da nasıl olsa bir kahve içeceğiz, gideyim de hemşerim kazansın kafasında değilim. Aynı kahveyi daha güleryüzle, daha sıcak ve daha çabuk kim servis ederse ona giderim.Nokta.

3 Eylül 2014 Çarşamba

Londra tatili genel izlenimleri

Londra...On beş günlük inanılmaz güzellikteki tatilimin hem huzur hem enerji dolu mekanı. Gezmek ne güzel bir şey. Kafayı sıfırlamak. Haritaların, tren otobüs tarifelerinin arasında zevkle kaybolmak. Kesip sakladığın bir gazete yazısındaki sanat galerisini ararken yanlış köşeyi dönüp nefis bir kahveci bulmak. Bugün yemek ve içmek konusunda abartmayacağım dediğin gün Thames kıyısında ayaklarını sallandırarak yorgunluk birası çakmak. Islık çalarak, şarkı söyleyerek, gülümseyerek, ilk defa gördüğün insanlarla selamlaşarak yürümek... En çok aklımda kalan noktalardan biri, kızların kıyafetlerinde ve oturup kalkmalarındaki rahatlık.Oram açıldı, buram görüldü diye kasmadan istediği gibi giyinen birbirinden güzel hatunlar. Onlar metroya bindiğinde veya bulunduğum mekana girdiğinde ortamdaki erkekleri göz hapsine aldım sık sık. Bir keresinde bile yan bakan, salak salak sırıtan olmadı. Bir başka konu da yaşı hayli ileri pek çok teyzenin ve amcanın günlük yaşamın içinde bol bol karşıma çıkmasıydı. Sergi gezerken, çarşı pazar dolaşırken, otobüste, metroda, markette, parkta hep varlardı. Bazıları yürüteçlerle, büyük çoğunluğu ağır ağır yürüyordu. Hareketleri, algıları yavaştı. Ama kimse bundan dolayı onları azarlamıyor, bunu bir şikayet veya espri konusu yapmıyordu. Toplu taşımada gençler onlara içtenlikle yer veriyordu. Diğer bir konu insanların spor yapma alışkanlığıydı. Yürüyüş yapan, koşan, bisiklete binen yüzlerce insan gördüm. Taytını, spor ayakabısını giyen, eline bir şişe su alıp kendini parklara atıyordu. Londra’da parktan ve yeşil alandan bol ne var? O parklarda grup grup birlikte egzersiz yapan, koşan, mekik çekenler vardı. Kendimi sapık gibi hissediyorum ama söylemeden edemeyeceğim; o insanlar hep beraber popolarını havaya dikip şekilden şekile girerken yoldan geçenler arasında buna dikkat kesilen sadece bendim. Gezi parkında yoga yapanların dibine sokulan kırolar gözümün önüne geldi malesef. Kitap okuma alışkanlıklarına da dikkatinizi çekmek isterim. Deli gibi okuyorlar.Her yerde.Dergi, futbol gazetesi, altılı ganyan değil. Bildiğin kalın kitaplardan okuyorlar. Ve tabi ki ergenlerin cep telefonu bağımlılığı orda da var. En kalabalık metro veya otobüs bile kötü kokmuyordu. İnsanlar mı terlemiyor? Havadan mı? Bizden daha mı temizler yoksa? Haftada en az üç kez baş ağrısı için ilaç alarak yaşayan ben, uçaktan indiğim günün haricinde bir kez bile ağrı kesici kullanmadım. Ağrılarım psikolojik miymiş? O da mı havadan? Son olarak, bir kediyle aynı evi paylaştım. Yemek verdim, muhatap olup, kendisiyle konuştum.Bu hayvan grubu için beslediğim duyguları bilmeyeniniz yoktur sanırım. Psikoloji... Londra tatili benim ruh halime çok iyi geldi. Tadı damağımda , aklım gidemedeğim yerlerde kaldı.