"Korktuğun şey, umduğun şeyden daha hızlı gelir." Milattan önceki yıllarda yaşamış bir yazar olan Publilius Syrus çağlar öncesinde söylemiş bunu. Fakat kulağa hiç eski gelmiyor değil mi? Mişli geçmişten şimdiki zamana geldik ama hala "evrene olumlu mesaj göndermek" diye bir şey var ve hala "like" ediliyor.
Yağmurlu bir günde bir elinizde şemsiye, diğerinde market poşetleriyle eve geldiğinizi hayal edin. Apartman kapısının önünde anahtar arama bulma çalışmaları başlar. Mecburen yere bıraktığınız poşetlerden biri nazlı nazlı ıslak yere serilir ve hatta içindeki limonlardan ikisi firar eder. "Pedler de saçılmasa bari kaldırıma " diye yan gözle poşeti kontrol altında tutmaya çalışırsınız. Maç dinlerken araba radyosuna kilitlenen bakışlar misali. Bütün olumlu mesajlarınızı gönderirsiniz poşetlere. Bu sırada çantanızdaki her türlü gereksiz nesne parmaklarınızın arasında dolaşmaktadır. Saç tokası, bozuk para, ıslak mendil, kayısı kurusu, ağrı kesici, kalem ve nihayet anahtar. Kapıyı açıp ,araya ayağınızı koyup vücudunuzla poşet yönüne döndüğünüzde gece ve gündüz boy pedlerinizin yarım metre ötede size adice göz kırptığını görürsünüz . Yandaki elektrikçinin ergen çırağı halinize acır. Cep telefonundan kafasını kaldırmış ve belli ki sizin evrene gönderdiğiniz hatta belki saydırdığınız mesajlardan nasibini almıştır.
Evren bence lafı anlamamazlıktan geliyor, aslında bal gibi de görüyor düştüğünüz durumu. Bir dahaki sefere eliniz boşken anahtarı cebinize koyun diye size ders veriyor.
Oysa çoğu zaman mutluluk bir zil kadar yakındır. ( sanırım bin sene sonrası için bir atasözü uydurdum şu an) Evet, insan karşılaştığı her güçlüğü kendi kendine aşacak diye bu kadar kasmamalı. Hep bir savaş, hep bir kendini ispat çabası. Karşımıza çıkan her kapalı kapının anahtarı bizde olmayabilir. Öte yandan kapının arkasında bizi bekleyen biri de olabilir. Bazen sadece zili çalmayı akıl etmek lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder